Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Ehl-i sünnet kelâmında halku’l-îmân tartışması(2019) Mavil, Hikmet YağlıBu makalede Kur’an’ın yaratılmış olup olmadığı tartışmasının bir devamı kabul edilen imanın yaratılmışlığı meselesi ele alınmıştır. Makalede problemin ortaya çıkışı, özellikle Ehl-i hadis âlimleri, Eş‘arî ve Mâtürîdî kelâmcılarının konu hakkındaki görüşlerine yer verilmiştir. Bu problemin merkezinde Allah’ın kendi zatını mü’min olarak isimlendirdiği ve kendisinden başka ilah olmadığına dair şahitlik ettiği ile ilgili beyanı bulunmaktadır. Allah’ın ezeldeki tevhit haberini lafzî bir şahitlik kabul eden Ehl-i hadis, Buhara Hanefîleri ve Eş‘ariyye âlimleri imanı Allah’ın bir sıfatı olarak değerlendirmekte ve Allah’ı “bu birliğini onaylayan ve tasdik eden” anlamında mü’min ve muvahhid kabul etmektedir. Bu yorumu kabul etmeyen Mâtürîdî kelâmcıları ise imanın insanın bir fiili olmasına dikkati çekmektedir. Diğer taraftan Allah’ın kulun kesbi olarak yarattığı ezelî hidâyet ve tevfîk fiilinin iman olarak isimlendirilip isimlendirilemeyeceği ve Allah’a nisbeti söz konusu olunca onlar da kendi içlerinde farklılaşmaktadır.Öğe Fârâbî’de küllîlerin mahiyeti ve varlığı: Bir giriş denemesi(2019) Demirci, Mehmet FatihBu makalede Fârâbî’nin küllî tasavvuru ve küllîlerin varlığı hakkındaki düşünceleri ele alınmıştır. İkinci Muallime göre küllî iki veya daha fazla sayıda maddî varlıkta algılanıp idrak edilen aynı ve tek bir tanıma sahip manayı ifade etmektedir. Küllîler tabiî ve iradî küllîler olarak ikiye ayrılmaktadır. Tabiî küllîler nitelikler, nicelikler şeklindeki iki türü kapsamaktadır. İradî küllîler ise insanların ve toplumların sahip oldukları her türlü değeri şamildir. Fârâbî, nitelik ve niceliklerden meydana gelen tabiî küllîlerin insan zihni dışında maddî varlıklarla beraber ve sayısal olarak bir şeklinde mevcut olduğunu kabul etmektedir. Fakat bunların duyulur varlıklardan ayrı olduğu tezine itiraz etmektedir. İradî küllîler ise sadece Tanrısal iradeyle değil, insan veya toplumların iradesiyle de varlık kazanırlar. Bu makalede betimleme yöntemi kullanılmıştır.Öğe Küreselleşme ve değişen değerler bağlamında 2010-2018 İdkab Öğretim Programıyla yetiştirilmek istenen model insan tipi(2019) Sancak, SeyyidModern dünya sanayi devrimiyle beraber hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Dünya küreselleşirken insanoğlunun ihtiyaç ve beklentileri de değişime uğramıştır. Birçok alanda olduğu gibi eğitimde bu değişim sürecine uyum sağlama çabası içerisindedir. Küreselleşme ve değişen değerler, laiklik, demokrasi, bireyin tam özgürlüğü, insan hakları gibi evrensel değerler; devletlerin eğitim felsefesini, eğitim programlarını ve yetiştirmek istedikleri insan modelini de değişime uğratmıştır. Birey davranışlarının kendi yaşantısı yoluyla istenilen yönde değiştirilmesi olarak tanımlanan eğitimin, başarı ile neticelendirilip yetiştirilmek istenen “model insan tipi” hedefine ulaşılmasının ön şartlarından birisi de yapılacak tüm etkinliklerin bir program çerçevesinde yürütülmesidir. Bu araştırma; Küreselleşme ve Değişen Değerler Bağlamında 2010 yılında kabul edilen İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Öğretim Programıyla 2018 yılında onaylanan İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Öğretim Programını yetiştirilmek istenen “model insan tipi” bağlamında karşılaştırarak, idkab programıyla yetiştirilmesi hedeflenen “model insan tipi”ni ortaya koymayı amaçlamaktadır.Öğe İslamofobi bağlamında Müslüman kadın imgesi(2019) Erdoğan, Halide Nur Özüdoğruİslamofobik olaylar, insanların “Biz” ve “Onlar” ayrımı yaparak toplum içinde kalıp yargılar oluşmasına, toplumsal ilişkilerin zayıflamasına ve karşılıklı mesafenin büyümesine neden olmaktadır. Batı dünyası Müslüman kadınların kendini ifade edemediği, ezildiği, baskı altında tutulduğu ve özgürleştirilmesi gerektiği fikrine sahiptir. Maalesef tesettür, İslamofobinin yoğunlaştığı coğrafyalarda Müslüman kadına karşı artan şiddetin temel nedeni haline gelmiştir. Bu çalışmada, Müslümanların özellikle de Müslüman kadınların İslamofobi bağlamında yaşadığı sorunlar değerlendirilecektir. Çalışmada, İslamofobinin kavramsal ve tarihsel kökeni üzerinde durulacaktır. Bu çalışmadaki amacımız, Batıya göre İslam ve Müslüman kadın imgesinin ne’liği, İslamofobi ile mücadelede neler yapılmıştır/yapılması gerekir ve insanlara düşen sorumluluklar nelerdir gibi sorulara cevap bulmak ve konuyla ilgili öneriler sunmaya çalışmaktır.Öğe İsrailoğulları’na yöneltilen inek kesme emrinin fail-i meçhul cinayetlerin çözümlenmesiyle ilişkisi: Kur'ân ve Tevrat merkezli bir inceleme(2020) Aydın, Zeynel AbidinKur'ân-ı Kerîm’de İsrailoğulları’nın tarihiyle ilgili muhtelif hadiselere yer verilmektedir. Bakara sûresinin 67-74. âyetlerinde anlatılan inek kesme olayı ve faili meçhul cinayetin aydınlatılması konusu da bu hadiselerdendir. Bu iki olay müfessirler tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Hâkim kanaat, başlangıçta bu olayların birbirinden bağımsız geliştiği; önce Allah tarafından İsrailoğulları’na inek kesme emrinin verildiği, daha sonra ise bu ineğin fail-i meçhul cinayetin aydınlatmasında kullanıldığı yönündedir. Ancak böyle bir çıkarım Allah-insan iletişimi açısından sorunlu durmaktadır. Zira kutsal metinlere bakıldığında Allah’ın, insana emrettiklerinin ve yasakladıklarının sebeplerine de yer verdiği görülmektedir. Bu durumda İsrailoğulları’na yöneltilen inek kesme emrinin ardında başka sebeplerin olduğu anlaşılmaktadır. Araştırmamız, Kitab-ı Mukaddes ve tefsirlerdeki verilerden hareketle bu sebeplerin neler olabileceğine dair makul çıkarımlar yapmayı hedeflemektedir.Öğe Kant’ın Leibniz’in monadolojisindeki uzay ve zaman anlayışını eleştirisi(2018) Uğurlu, AhmetKant düşünce itibariyle kendisinden etkilenmiş olmasına rağmen sahip olduğu monad anlayışı itibariyle Leibniz’e yönelik eleştirilerde bulunmuştur. Leibniz tecrübenin kuruluşunun açıklanabilmesi için duyusal nesnenin bölünmez bir birliğe sahip olması gerektiği fikrinden dolayı monad düşüncesini savunmuştur. Bölünmez bir birlik olması nedeniyle de dışsal etkilere açık olmaması gerektiği fikrini savunmuştur. Bu nedenle de zaman ve uzamı monadda ortaya çıkan temsiller arasındaki bağa indirgemiştir. Kant amfiboliye kaynaklık ettiğini düşündüğü için böyle bir metafiziği kabul etmemiştir. Kant’ın Leibniz’e yönelik eleştirisi zaman ve mekanın temsiller arasındaki bağlantıya indirgenemeyeceği ve temsillerin zaman ve mekan tarafından kuşatılması gerektiği fikrine dayanmaktadır. Kant’a göre zaman ve mekan temsilleri kuşatan ve önceleyen bir form olduğu savunulmalıdır. Bu makalede Kant’ın monada yönelik eleştirisini zaman ve mekân ilişkisi dahilinde ele alınacaktır.Öğe Bir râvî olarak Ma'bed el-Cühenî, hayatı, hocaları, talebeleri ve güvenilirliği(2018) Demirer, Macitİlk muhalif düşünce sahiplerinden kabul edilen Ma'bed el-Cühenî, özellikle kaderi inkâr fikri ile tanınan birisidir. O, hicrî ilk asırda yaşamış ve birçok sahâbî ile görüşme imkânı elde etmiştir. Yaşadığı dönemde devletin bazı yöneticileri ile de yakın bir ilişki içerisinde olmuştur. Yaşadığı zaman diliminde birçok sahâbenin daha hayatta olması ve onlarla birlikte bir hayat sürmesi onun hadisçi bir kimliğinin olmasını da bir bakıma zorunlu kılmaktadır. Kaynaklar onu genellikle muhalif düşünceleri sebebiyle ön plana çıkarmış olsa da onun hadis ilmi açısından güvenilir olup olmadığı, rivayetlerinin bulunup bulunmadığı, kimlerden rivayet ettiği ve kimlerin ondan rivayette bulunduğu izaha muhtaçtır. Bu çalışma onun bu yönlerini ortaya koymak için hazırlanmıştır.Öğe İbn Sînâ’da niceliklerin varlığı(2018) Demirci, Mehmet FatihKüllîler meselesi felsefe tarihinin önemli konularından biridir. Küllîler de nitelikler ve nicelikler olarak iki türdür. Bu makalede İbn Sînâ felsefesinde niceliklerin varlığı konusu üzerinde durulmuştur. İbn Sînâ, niteliklerde olduğu gibi, niceliklerin de insan zihni dışındaki varlığını kabul etmektedir. Fakat ona göre, nicelikler maddî varlıklardan ayrı değildir ve onların cevherini veya cevherinin bir parçasını meydana getirmez. Bilakis nicelikler maddî varlıklarla beraberdir ve onların arazlarıdır. İbn Sînâ, bu noktadan, niceliklerin maddî varlıklardan ayrı ve onların cevherlerini meydana getirdiğini iddia eden Pisagorcu filozofları eleştirmektedir. EşŞeyhü’r-Reis bu tavrı ile Pisagorcular ve Platon gibi, Ortaçağ’da geçerli olan anlamı ile aşırı realist değil, Aristo gibi ılımlı realisttir.Öğe Âkifzâde’nin gözünden 18. yüzyıl Amasya’sında Arap diline dair faaliyetler(2019) Çifçi, Mehmet FarukAmasyalı Âkifzâde’nin el-Mecmû‘ fi’l-meşhûd ve’l-mesmû‘ adlı eseri bin yüz on üç âlimin biyografisini ihtiva etmesi yönüyle önemli bir çalışmadır. Onu daha da önemli kılan sadece telif sahibi olanlardan değil, gördüğü ve hakkında bilgi sahibi olduğu tüm âlimlerden bahsetmesidir. Dolayısıyla eser incelendiğinde onun yaşadığı dönemde nasıl bir ilmî hayatın var olduğunu, nelerin okunduğunu-okutulduğunu ve ulema arasında nelerin tartışıldığını tespit etmek mümkündür. Bu noktadan hareketle elinizdeki çalışmada, o dönemde özellikle de Amasya’da Arap diliyle alâkalı nasıl bir faaliyetin yürütüldüğü, Arap dilcilerinin kimler olduğu, hangi eserleri okuttukları ve telif ettikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Zira Âkifzâde’nin bu eseri okuyucuya, o dönemde Amasya’nın talebe ve ulema tarafından tercih edilen bir muhit olduğu, evlerde, mescitlerde ve dükkânlarda Arap edebiyatının, meşhur Arapça kasidelerin, arûz ve vaz?ilimlerinin ciddi anlamda okutulduğu, bu muhitten yetişen önemli dilci ve ediplerin mevcut olduğu gibi nadir bilgiler sunmakta ve bu bilgilerin detaylarını görme imkânı vermektedir.Öğe Abdüsselam Ahundzâde ve Tarih-i Mukaddes-i Enbiya isimli eseri(2018) Yiğit, Bilge KayaAbdüsselam Ahundzâde 19. yüzyılda Azerbaycan’da yaşamış eğitimci, bilim adamıdır. Müslümanların din işleri başkanlığını yapmıştır. Eğitim, kültür, din ve devlet hizmetlerinde bulunmuştur. Tiflis ve Gori’de öğretmenlik yaparken eğitim müfredatında peygamberlerin hayatı ile ilgili Azerbaycan Türkçesi ile yazılmış çocuklara yönelik bir eserin bulunmaması dikkatini çekmiş ve Tarih-i Mukaddes-i Enbiya isimli eserini Azerbaycan Türkçesi ile kaleme almıştır. Eser, bu alanda eğitim müfredatı için kaleme alınmış ilk ders kitabı olması bakımından önemli bir yayındır. Yaklaşık iki yüz sayfa civarındaki bu eser mukaddimeden sonra iki temel bölümden oluşmaktadır. Çalışmamızda, Ahundzâde’nin ve bu önemli eserinin Türk edebiyatı araştırmacılarına tanıtılması amaçlanmıştır.Öğe Muhammed b. Mutarrif ed-Dabbî el-Esterâbâdî’nin Eş‘arî’ye nispet ettiği hatalı görüşler ve İbn Fûrek’in bunları tashîhi(2018) Mavil, Hikmet YağlıEş‘arî’nin ikinci tabakadan talebesi olan İbn Fûrek, hocasının toplam otuz kitabından derleyip kaleme aldığı Mücerredü Makâlâti’ş-Şeyh Ebi’l-Hasan el-Eş‘arî isimli eserinin son bölümünde, Muhammed b. Mutarrif ed-Dabbî el-Esterâbâdî’nin Eş‘arî’ye nispet ettiği bazı hatalı görüşleri, müstakil başlık halinde ele almıştır. İbn Fûrek bu bölümde bir taraftan Muhammed b. Mutarrif ed-Dabbî’nin İmam Eş‘arî’ye atfettiği yanlış görüşlerin hangi yönlerden hatalı olduğunu izah ederken diğer taraftan da okuyucuya Eş‘arî’nin konu hakkındaki gerçek görüşlerini açıklamaktadır. Bu görüşler çoğunlukla Eş‘arî’nin günümüze ulaşmış eserlerinde yer almayan kelâm ilminin ayrıntılı meseleleriyle ilgilidir. Dolayısıyla Eş‘arî’nin kendi eserlerinde ele almadığı pek çok kelamî meseleyi, bu hatalı görüşleri düzeltmeye çaba harcayan İbn Fûrek sayesinde öğrenmek mümkün olmaktadır. Bu makalede Dabbî’nin Eş‘arî’ye nispet ettiği söz konusu hatalı görüşler ve İbn Fûrek’in bu görüşleri tashihi ele alınmıştır.Öğe Arap dili ve belâgatı açısından teşbîh-i temsîl ile istiare-i temsiliyye sarkacında temsîl(2018) Sağdıç, SedatBirçok Arap dili belâgatı âlimi temsîl terimini teşbîh-i temsîl ile istiâre-i temsîliyye için ortak kullanmaktadır. Bununla beraber –çoğunlukla- “temsîl” mutlak olarak kullanıldığında “istiâre-i temsîliyye” kastedilmektedir. Hatta Muhammed Desûkî teşbîh-i temsîl’e mutlak olarak temsîl denilemeyeceğini, teşbîh (yani teşbîh-i temsîl) kastedilirse “teşbîh temsîl” ya da “teşbîh-i temsîl” kavramlarının kullanılması gerektiğini belirtir. Temsîl terimi mütekaddimûn belâgat âlimlerince, istiâre-i temsîliyye ise modern dönem dâhil müteahhirûn belâgat âlimleri tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ayrım önemli olup temsîl teriminin netleşip karıştırılmaması için dikkate alınması gerekir. “Temsîl”i, “istiâre-i temsîliyye” başlığı altında ilk defa Sekkâkî incelemiş, daha sonra Hatîb el-Kazvînî, Bahâeddin Sübkî, Teftâzânî, İbn Ya`kub el-Mağribî, Muhammed Desûkî, Mustafa Muhammed el-Benânî ve Abdülmüteal es-Saîdî Sekkâkî’yi takip etmişlerdir.Öğe Amel formu ve Abdülkâdir Merâgî’nin anonim bir mecmuadaki amel besteleri(2018) Yıldız, OsmanAmel formu XV. yüzyılda çok yaygın olarak kullanılmış eski bir Türk müziği formudur. II. Murat ve Fâtih devrinde yazılan güfte mecmualarında pek çok örneği vardır. Sonraki yüzyılda yerini Murabba formuna bırakmıştır. Şekil ve icrâ açısından benzemese de XVII. yüzyıldan sonra yazılan güfte mecmualarında amel yerine “kâr” kelimesinin tercih edildiğini görmekteyiz. Genellikle Farsça olan amellerin yanında Arapça ve Türkçe örneklerine de rastlanmaktadır. Abdülkâdir Merâgî hem nazariyatçı hem de bestekâr ve icrâcı olarak müziğimizde çok önemli bir kişidir. Ona ait bestelerin belirlenmesi de büyük önem arz eder. İncelediğimiz güfte mecmuasında birçok amel bestesi yer almaktadır. Bu makalede anonim güfte mecmuasına göre Amel formunun icrâsı ve Merâgî'nin bu formdaki bestelerinin tespitine yer verilmiştir.Öğe Hicrî III. asırda hadis usûlüne kaynaklık eden eserler ve özellikleri(2018) Çelik, AbdullahHadis usûlü, Hz. Peygamber’e isnâd edilen haberlerin aslına uygun nakli ve ona aidiyetini belirleme amacıyla konulan prensipleri belirleyerek bunlarla ilgili terimleri konu edinen bir ilimdir. Sözü edilen temel ilkelerin büyük çoğunluğu rivayet, tedvin ve tasnif döneminde olmak üzere tarihî süreçte ihtiyaca göre belirlenmiş, uygulanmış ve geliştirilmiştir. Bu çalışmada hicrî III. asırda hadis usûlüne kaynaklık eden temel dört eser ele alınmıştır. Bunlar, Şâfiî’nin er-Risâle’si, Müslim’in Mukaddime’si, Tirmizî’nin el-İlelü’s-Sağîr’i ve Risâletu Ebî Dâvud’dur. Bu eserlerin ele aldığı hadis usûlü konuları incelenerek bazı ıstılahları kullanmada ilk oluşları değerlendirilmiştir. Bunların yanında dolaylı olarak hadis usulüne kaynaklık etmiş olan ilel ve tarih kaynaklarının hadis usulüne ne derece katkıda bulundukları da ele alınmıştır.Öğe Selçuklu devri üniversiteleri: Nizâmiye Medreseleri(2017) Bulut, ZübeyirAİBÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Ocak tarafından kaleme alınan bu eser, müellifin Yüksek Lisans çalışmasına dayanmaktadır. Ancak yazar, yıllar içinde yaptığı Selçuklu tarihi ile ilgili araştırmalarla yeni belge ve bilgiler ışığında eserini yeniden ele alıp bugünkü hale getirmiştir. Eser çok sayıda klasik ve modern kaynağa dayanan oldukça hacimli ve doyurucu bir çalışmadır. Yazarın diğer çalışmaları incelendiğinde çalışma alanı ağırlıklı olarak Selçuklular dönemi düşünce ve kültür tarihi üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Yazarın doktora tezi olarak hazırladığı, “Tarih ve Tabiat Vakfı” tarafından 2002 yılında yayınlanan Selçukluların Dinî Siyaseti (1040-1092) başlıklı çalışması da alana önemli katkılar sunan eserlerden biri olduğu görülmektedir.Öğe Tahsilu Nezâiri’l-Kur’an’ı bağlamında Hakîm Tirmizî’de vücûh ve nezâir(2017) İskeçeli, SılaBahse konu olan kitabın incelediği vücûh ve nezâir kavramları, günümüzde Usûlü’t-Tefsir ilminin bir alt dalı olarak ele alınmaktadır. Bir kelimenin Kur’an’da geçtiği yerlerde kazandığı farklı anlamları tespit edebilmek amacıyla yazılan bu tür kitapların tarihine bakıldığında; hicrî ikinci asrın ilk yarısından itibaren ortaya çıktığı görülecektir. Hatta bu tür eserleri İbn Abbas’a kadar geri götürenler bulunsa da vücûh ve nezâir için Hakîm öncesi döneme dair bir tanım bulunmadığını söylemek yerinde olacaktır. Bu kavramlara ait ilk tanımın ise İbnü’l Cevzi (ö. 592/1201) tarafından yapıldığı bilinmektedir. Hakîm Tirmizî’nin Tahsîlu Nezâiri’lKur’an adlı çalışması ise; ilk dönem vücûh ve nezâir türü çalışmalar arasında özgün bir eser olup, Kur’an yorumu açısından önem arz etmektedir. Ayrıca onun ilgili alanda bir dönüm noktası olduğunu söylemek de yerinde olacaktır.