Tarih Bölümü Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Mütareke döneminde Asri Kadın Cemiyeti’nin faaliyetleri(Istanbul Universtiy, 2021) Özdemir, NurayAsri Kadın Cemiyeti, Millî Mücadele döneminin en etkin kadın cemiyetlerinden biridir. Cemiyet, 1918 yılı sonlarında İstanbul’da İnas Darülfünunu mezunları ve öğrencileri tarafından kurulmuştur. Amacı kadınları bedenen ve fikren eğitmek ve toplumsal konumlarını yükseltmek olmuştur. Naciye Faham, Şukufe Nihal, Aliye Esad, Sabahat, Saime Hanımlar cemiyetin öne çıkan isimleridir. Mondros Mütarekesi sonrasında başlayan işgalleri protesto amaçlı ilk toplantı Asri Kadın Cemiyeti’nin öncülüğünde 19 Mart 1919’da Fatih türbesinde yapılmıştır. Cemiyet, İzmir’in işgali üzerine protesto amaçlı düzenlenen Üsküdar, Kadıköy ve Sultanahmet mitinglerine de destek vermiştir. Bu mitinglerde cemiyet üyeleri etkili konuşmalar yapmışlardır. Cemiyet, İstanbul’un resmen işgali sonrasında pek etkinlik gösterememiştir. Bu çalışmada, mütareke döneminde İstanbul’da kurulan Asri Kadın Cemiyeti’nin faaliyetleri incelenmiştir. İşgaller karşısında cemiyetler etrafında örgütlenen kadınların Millî Mücadelenin kazanılmasındaki rolü değerlendirilmiştirÖğe Palestine Conciliation Commission and Turkey(Istanbul Univ, 2019) Baş, ArdaPalestine Conciliation Commission was one of the most important initiatives under United Nations to resolve the conflict over Palestine. Embarking on an enormous effort to develop a solution in 1948 and being unable to obtain a favourable result in spite of its active endeavour until 1952, the Commission officially declared its inability to successfully carry out its missions and was abolished in the first half of the 1960s. This study aims to describe the works of the Commission, the importance of the role and activities of Turkey in the Commission together with other western countries for Turkish foreign policy, and the reasons for the Commission's failure.Öğe Emîr Necmeddin İlgâzi dönemi Artuklu-Haçlı münasebetleri ve Afrin zaferi (28 Haziran 1119)(Türk Tarih Kurumu, 2019) Metin, TülayAmir Najm ad-Din Ilghazi is the founder and the first ruler of Mardin Artuqids. The time when Ilghazi came to the stage of history dates back to the years of establishment of crusade principalities in Southeast Anatolia and the Eastern Mediterranean coast. The Crusaders established relationships with the principalities and states in this region. By the time, the Crusaders' relationship with the Muslims was in a form of fight of Muslims against the crusader entity. The Artuqids were one of the most important forces that the Crusaders had relationship with and had to struggle against. Especially against the crusaders living in Urfa and Antioch, the Artuqids sometimes struggled themselves, sometimes allied with other Turkish amirs. In the Artuqid-Crusade battles, Artuqids often defeated the Crusaders. In terms of his success against the Crusaders, Artuqid Amir Ilghazi is an important mujahideen and leader. His struggle against the Crusaders began in 1105 and continued until his death in 1122. His struggle against the Crusaders gained momentum after he gained dominance of Mardin and Aleppo. The most important event and success in Ilghazi's life was his victory in Afrin against Antioch crusade leader Roger of Salerno, which is known as The Field of Blood in western literature. His victory created a great pleasure in the world of Islam while it was a great disaster for the Christian world. Ilgazi, who stood like a great wall in front of the Crusaders, prevented them from going into Aleppo, by packing them in the Syrian border. In this research, the fight of Najm ad-Din Ilghazi against the Crusaders is examined by focusing on Afrin victory specifically, and in general scope, an important period of Turk-Crusader fights is studied in detail. In addition, it is aimed to make a clear explanation of the balance of powers in the region and in the era dating back the early XIIth century based on the sources.Öğe A sample of Ottoman tax implementations: the octroi tax(Türk Tarih Kurumu, 2016) Süme, MehmetOctroi is a term which is used in the meaning of a tax imposed on all types of goods brought to cities with the purpose of trade. The tax was called "octroi" in Europe and the term comes from Europe, but in the foundation years of OttomanState "bac" -at a future date "duhuliye"- was called for the "octroi" term. Implementation of bac starts with the foundationof the state. In Apkpa azade and Mehmet Nesri's books, Osman Gazi imposed the first "bac" which means octroi. Foundation of municipality at Beyoglu in 1857 and division of Istanbul within 14 municipal officials was a turning point in octroi implementations. Octroi tax which was an important source of income for municipalities took place in all municipality laws which were prepared at a future date. European tradesmen who traded in the Ottoman State and benefited from capitulations didn't want to pay the octroi tax, so this tax was a problem between the Ottoman State and European countries many times. The capitulations were lifted precisely with the Treaty of Lausanne (July 24, 1923), so all restraints on octroi were lifted.Öğe The Baghdad pact : Anglo-American defence policies in the Middle East, 1950-1959(Frank Cass, 2005) Yeşilbursa, Behçet KemalThis book explores the formation of the Baghdad Pact and Anglo-American defence policies in the Middle East, 1950-1959. It determines the aims with which the pact was established; the failings of the pact, and the struggle that was undertaken against it by hostile countries. It examines the events surrounding the formation, development and collapse of the pact, and Anglo-American attempts to contain the Soviet Union in the Middle East. It also deals with British and American policies towards the pact and Middle Eastern defence. It seeks to examine British and American post-war defence policies in the Middle East and their collective defence projects in the region, such as the Middle East Command and Northern Tier, leading to the Baghdad Pact. It does not attempt to offer a comprehensive history of British and American policies in the Middle East, and particularly aims to explore those policies with regard to the problems of Middle East defence. In addition, it explores the policies of the local members of the pact, and examines the pact's internal structure. It poses the questions of how the members of the pact and the United States perceived the question of Middle East defence; what their basic aims were; and what problems they faced while trying to achieve these aims and implementing their chosen solutions. © . All rights reserved.Öğe 1948 Türkiye iktisat kongresi’nde liberalizm hakkında görüşler(2019) Baş, ArdaII. Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan köklü bir değişim yaşamıştır. Bu süreçte Türkiye, Batılı ülkeler ile yakınlaşırken siyasal ve ekonomik sitemini onlara göre yeniden düzenleme çabası içine girmiştir. Dönemin en önemli tartışma konusu ekonomidir. Savaş esnasında ortaya çıkan ekonomik sorunlar üzerine başlayan tartışmalar hızla genişlemiş ve cumhuriyetin ilanının ardından uygulanan ekonomik politikaların topyekun tartışılmasına neden olmuştur. Türk ekonomisine yeniden yön verilmeye çalışıldığı bu dönemde Türkiye’deki sermaye çevreleri ve akademisyenler bu tartışmaların dışında kalmamıştır. Türk sermayedarların öncülüğünde toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde ekonomide başlıca tartışma konusu olan devletçilik ve liberalizm de konuşulmuştur. İstanbul Tüccar Derneği’nin gerçekleştirdiği organizasyonla 22–27 Kasım 1948 tarihleri arasında toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nin en önemli gündem maddelerinden biri devletçilik ve devlet müdahalesi olmuştur. Kongrede devletçilik ile ilgili tartışmalarda liberalizm sık sık gündeme gelmiştir. Bu çalışmada Türkiye İktisat Kongresi’nde devletçilik ve devlet müdahalesi tartışmaları ile birlikte yürüyen liberalizm tartışmaları ele alınmış, sermaye ve akademik çevrelerin liberalizmde nasıl algılandığı kongrede yapılan sunumlar ışığında tartışılmıştır.Öğe I. Dünya Savaşı’nda İstihlak-ı Milli Kadınlar Cemiyeti’nin faaliyetleri(2019) Özdemir, NurayOsmanlı Devleti’nde kadın hareketi II. Meşrutiyet’in ilanının yarattığı özgürlük ortamında başlamıştır. Balkan Savaşları ile sosyal ve iktisadi yaşamda daha etkin bir şekilde yer alan kadınlar, cemiyetler etrafında örgütlenerek ülke sorunlarına çözüm aramışlardır. Bu cemiyetlerin önemli bir örneği olan İstihlak-ı Milli Kadınlar Cemiyeti, Melek Hanım tarafından 1913 yılında İstanbul’da kurulmuştur. Terzihane açarak Osmanlı kadınlarına dikiş öğretmeyi, yerli üretim yapmayı ve yerli malı kullanımını özendirmeyi amaçlamıştır. “Milli iktisat” anlayışına uygun olarak yürüttüğü faaliyetlerle II. Meşrutiyet döneminin dikkat çeken kadın örgütlerinden birisi olmuştur. İstihlak-ı Milli Kadınlar Cemiyeti, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişinden sonra gönüllü olarak ordu için yardım çalışmalarına yönelmiştir. İstanbul’da zor durumda kalan asker ailelerine nakdi yardım yapmış, cemiyet terzihanesinde askerin ihtiyaç duyduğu çorap, eldiven, çamaşır, gibi giyecekler hazırlamıştır. Ayrıca Çanakkale Savaşları’nda yaralanan askerlerin tedavisi için İstanbul Divanyolu’nda bir de hastane açmıştır. Çoğunluğu İstanbul’un önde gelen asker ve bürokrat ailelerine mensup eğitimli kadınlar olan cemiyet üyeleri, hem hastanenin ihtiyaçlarının karşılanması için para yardımında bulunmuş hem de nöbetleşe hastabakıcılık yapmışlardır. İhtiyaçları cemiyet tarafından karşılanan hastaneye müsamere, konser, piyango gibi etkinlikler organize edilerek gelir sağlanmıştır. Cemiyet yararına sinema işletilmiş ve halkın bilinçlenmesi için konferanslar düzenlenmiştir. Bu çalışmada Osmanlı Devleti’nde üretmeyi ve yerli malı kullanımını özendirmeyi amaç edinmiş İstihlak-ı Milli Kadınlar Cemiyeti’nin savaş yıllarındaki faaliyetleri incelenmiştir. Cemiyetin, I. Dünya Savaşı’nda cephe gerisinde etkin bir şekilde çalışan kadın örgütleri içindeki yeri ve önemi tespit edilmiştir. I. Dünya Savaşı ile Osmanlı Devleti’nde kadının statüsünde başlayan değişimde İstihsal-i Milli Kadınlar Cemiyeti’nin rolü değerlendirilmiştir.Öğe I. Dünya Savaşı yıllarında Balkan muhacirlerinden alınan Hisse-i Teavün vergisi(2019) Özdemir, NurayBalkanlardan Osmanlı topraklarına yerleşen muhacirlere yeni bir hayat kurabilmeleri için askeri ve mali konularda çeşitli muafiyetler tanınmıştır. Muhacirler göç ve iskân tarihinden itibaren altı yıl askerlikten, iki yıl da aşar, temettü, ağnam gibi vergilerden muaf tutulmuşlardır. Ancak I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı ekonomik güçlükler uygulamada bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Örneğin aşar vergisinden muaf tutulan muhacirlerden bazıları yerleşik halkın ürününü de kendi mahsulü gibi göstererek haksız kazanç elde etmişlerdir. Bunun üzerine Hükümet, iskân edilmiş ve zirai üretim yapan muhacirlerin mahsullerinden aşar oranında “Hisse-i Teavün” (Yardım Hissesi) adıyla 17 Haziran 1915’te yeni bir vergi alma yoluna gitmiştir. Böylece hem aşar vergisinin toplanmasında yaşanan suiistimallerin ortadan kaldırılması hem de durumu iyi olan muhacirlerden alınacak vergi ile yine zor durumda olanlara yardım edilmesi amaçlanmıştır. Uygulamada da toplanan verginin muhacirlerin ihtiyaçları için kullanılmasına büyük özen gösterilmiştir. Verginin takip ve tahsili yerel yöneticilerin yanı sıra İskan-ı Muhacirin Komisyonları’nın denetiminde gerçekleşmiştir. Muhacir komisyonlarına ait ambarlarda toplanan buğday, arpa, yulaf gibi tahıllar tohumluk ve yemeklik olarak muhacirlere dağıtılmıştır. Yaklaşık iki yıllık bir uygulamadan sonra Hisse-i Teavün Vergisi kaldırılmıştır. Muhtaç muhacirlere ileride karşılılığı alınmak üzere devletin kendi hazinesinden tohumluk verilmesi uygun görülmüştür. Bu çalışmada I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı ekonomik güçlükler karşısında Hükümet’in daha önce vergiden muaf tuttuğu muhacirlerden aşar oranında aldığı “Hisse-i Teavün” vergisi ve muhacirlerin iaşesi meselesi incelenmiştir. Muhacirlerden yardım payı adı altında alınan verginin yine onların ihtiyaçları için kullanılmasının I. Dünya Savaşı yıllarındaki önemi üzerinde durulmuştur.Öğe Tarih-i Sistan’da Selçuklular ile ilgili bilgiler(2014) Metin, TülayYazarının ismi bilinmeyen Tarih‐i Sistan ilk defa 445/1053‐1054 senesinde kaleme alınmış bir şehir tarihidir. Sistan’ın kuruluşundan itibaren İslâm öncesi ve sonrası tarihinin konu edildiği eser şehir tarihçiliğinde önemli ve değerli bir örnek teşkil etmektedir. Farsça yazılmış olan eser, Sistan’ın coğrafyası ve topografyasına dair kıymetli bilgileri haizdir. Tarih‐i Sistan, Abbasî, Tahirî, Samanî devletlerinin bölgedeki faaliyetleri ve özellikle Saffarî devleti için temel kaynak niteliğindedir. Saffarî hâkimiyetinden sonra bölgede egemenliği ele geçiren Gazneliler ve aka‐ binde Selçuklular olmuştur. Tarih‐i Sistan, Selçukluların Sistan ve civarına yönelik akınları ve bölgedeki hâkimiyetleri hakkında en detaylı bilgi içeren müstesna bir eser olarak dikkat çeker. Bu çalışmada Tarih‐i Sistan’da Selçuklular ile ilgili malumat Türkçeye tercüme edilmiştir. Ayrıca tercümedeki bilgilerden istifade ederek, Selçukluların Sistan’daki hâkimiyetine dair değerlendirme yapılarak tercümenin analizi sağlanmıştırÖğe Balkanlar’da karıştırılan iki bektaşi zaviyesi: XV-XVI. yüzyılda Osman Baba ve Otman Baba tekkeleri(2010) Kayapınar, Ayşe; Kayapınar, LeventXV. yüzyılın ilk çeyreğinde kurulan Osman Baba zaviyesi ile XV. yüzyılın son çeyreğinde kurulan Otman Baba tekkesi birbirine karıştırılmaktadır. Bu çalışmada Balkanlar’daki bu iki önemli Bektaşi tekkesinin kurucularının ayrı kişiler olduğu saptanmıştır. Osmanlı tahrir defterlerinden istifade edilerek 1515-1573 yılları arasında bu iki zaviyenin gelişimi incelenmiştir. Yapılan lokalizasyon çalışmasıyla da Osman Baba’dan farklı olan Otman Baba zaviyesinin yeri konusunda önermede bulunulmuştur.Öğe Orhan Aras, “oryantalist mi?” Kurban Said (Esad Bey) hakkında yalanlar ve gerçekler, Ankara: Aktif Düşünce Yayıncılık, 2016. 276 s. ISBN 9786058327818(2017) Gencer, MustafaYazar Orhan Aras’ın Alman dili ve Edebiyatı Alanında doktora tezi olan bu eser, Azerbaycanlı gazeteci-yazar Essad Bey nam-ı diğer Kurban Said’in biyografisi ve bu çerçevede ortaya atılan tartışmaları konu edinmektedir.Öğe Üniversite öğrencilerinin Yesevî algısı(2016) Gündüz, Samettin; Ocak, AhmetBu araştırmanın amacı üniversite düzeyinde eğitim-öğretim gören öğrencilerin tasavvuf tarihinin ve düşünce dünyamızın önemli şahsiyetlerinden biri olan Hoca Ahmet Yesevi ile ilgili algı ve bilgi düzeylerini belirlemektir. Bu amaçla çalışmaya Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesindeki Türkçe konuşan Devletler ve Topluluklardan gelen öğrencilerden veri toplanmıştır. Veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından hazırlanan on soruluk bir anket kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre: Türk Dünyasının manevi lideri olduğunu ifade edenlerin oranı %30, Kazakların manevi lideri olduğunu ifade edenlerin oranı %53.0, Özbeklerin manevi lideri olduğunu ifade edenlerin oranı %11 ve fikrim yok diyenlerin oranı %6 sı seviyesinde olduğu tespiti yapılmıştır. Yesevi'lik dersini aldıkları halde Divan-ı Hikmet'i okuyanların oranı %2.3, okumayanların oranı %97,7 olarak bulunmuştur. Yesevi türbesini katılımcıların %100 ziyaret ettiği tespit edilmiştir. Türbeyi ziyaret etmelerinin nedenleri ise %93 inanç ağırlıklı ziyaret olduğu tespit edilmiştir. Gündelik hayatta Yesevi öğretisine dikkat edenlerin oranı % 2.3 olarak bulunmuştur. Yesevi felsefesinin Türk dünyasını birleştirici etkisini düşünenlerin oranı ise % 37.3 olduğu tespiti yapılmıştır. Makalenin sonunda Yesevi'liğin Türk Dünyasında öğretilmesine, anlaşılmasına ve yorumlanmasına yönelik birtakım öneriler yapılmıştır. Bu çalışmanın Yesevi ile ilgili çalışmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.Öğe Stratejik ittifakın ekonomi politiği: Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri (1948-1960)(2019) Baş, Ardaİsrail Devleti’nin kurulması ve kısa sürede Ortadoğu’da önemli bir aktör haline gelmesi Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik politikasını derinden etkilemiştir. Türkiye, İsrail Devleti’nin kurulmasının ardından diğer Ortadoğu ülkelerinden çok daha farklı özelliklere sahip bir devlet ile karşı karşıya olduğunu görmüştür. İsrail’i Türkiye açısından farklı kılan başlıca özelliklerden biri ekonomik yapısıdır. İsrail kurulduğu ilk yıllarda, tarımsal üretim kapasitesi düşük, yeraltı zenginlikleri bakımından fakir ve sürekli göç alan bir ülkedir. İsrail ekonomisi, tarım ürünü ve hammadde bakımından dışa bağımlı yapısına rağmen, Türkiye’nin Avrupa’dan ithal ettiği pek çok ara malı üretebilme kabiliyeti vardı. Türkiye, kısa sürede İsrail’in Ortadoğu’da tarımsal ürün ve hammadde karşılığı ara mal ile teknolojik aletler alabileceği bir ülke olduğunu görmüştür. İki ülkenin ekonomik açıdan birbirini tamamlayıcı özelliğe sahip olduğu söylemi ve bunun kısmen de olsa gerçekleşmesi Türkiyeİsrail arasında ilişkilerin hızla gelişmesinde önemli rol oynamıştır. 1954 sonrası iki ülkenin ekonomik yapılarından meydan gelen değişim; İsrail’in tarımsal üretim kapasitesini arttırması, Türkiye’nin ekonomik bunalım içine girmesi, bölgesel krizler iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri de olumsuz etkilemiştir. 1958’den itibaren Türkiye ve İsrail arasında artan stratejik işbirliği sürecinde ise ekonomik ilişkilerin iki ülke arasındaki ilişkilerde yakınlaştırıcı rolü yeniden ön plana çıkmış, Mart 1960’ta 1950’de yapılan ticaret anlaşmasından daha kapsamlı bir anlaşma yapılmıştır. Bu çalışmada 1948-1960 arası dönemde Türkiye ve İsrail’i Ortadoğu’da yaşanan tüm siyasi krizlere rağmen birbirine yaklaştıran faktörlerden birinin ekonomi olduğu ileri sürülmüştür.Öğe 1958 Türkiye?İsrail Periferik anlaşması(2018) Baş, ArdaTürk dış politikasının Orta Doğu’ya yönelik ilgisinin arttığı bir dönemde kurulan İsrail Devleti, Türkiye tarafından ilgi ile karşılanmış ve Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. Türkiye-İsrail ilişkileri hızla gelişmiş ve 1950’li yıllar boyunca ekonomik, siyasi, askeri alanlarda çeşitli iş birlikleri sağlanmıştır. Ancak 1955 yılından itibaren Türkiye’nin Arap ülkeleri ile yakınlaşma siyaseti onu İsrail’den uzaklaştırmıştır. İki ülke 1956 Süveyş Krizi sonrası ortak tehdit algıları nedeniyle yeniden yakınlaşarak 1958 yılında stratejik iş birliği yapma kararı almışlardır. Bu çalışmada 1958 yılında Türkiye ve İsrail arasında yapılan Periferik Antlaşmanın hangi şartlarda ve nasıl imzalandığını İngiliz devlet arşivi belgeleri ve İsrail devlet adamlarının hatıralarına dayanarak açıklanmaktadır.Öğe 18. yüzyılda Rusya’nın Kuzey Kafkasya’yı Hristiyanlaştırma politikası(2017) Yıldız, YusufRus Çarlığı, 16. yüzyıldan itibaren Kuzey Kafkasya’da genişleme siyaseti izlese de bölgede, ancak 18. yüzyıldan sonra etkin bir güç olabilmiştir. Bizans’ın mirasçısı olmak isteyen Ruslar, imparatorluğu Ortodoksluğun merkezi yapmışlar ve hakimiyetleri altındaki halkları da aynı din altında birleştirmeyi, imparatorluğun genişlemesini ve birliğini garanti eden bir misyon olarak görmüşlerdir. Bu nedenle özellikle Çerkezler, Osetler ve Çeçenlerin Hristiyanlaştırılmasına ağırlık verilmiştir. Rus otoriteleri, Hristiyanlık bu halklar arasında geçmişte yayıldığı için onların, bu dini tekrar kabul edeceklerini iddia etmişlerdir. Hristiyan unsurları, özellikle Kozakları, Kafkas halklar arasına yerleştirme, Kafkasyalı yerlileri Rus bölgelerine göç ettirme, vaftiz olanlara maddi imkânlar sunma gibi metotlar, Hristiyanlaştırma projesi çerçevesinde en sık başvurulan metotlar olmuştur. Tabiki en etkili yol olarak, bu halklara vaazlar verecek misyonerler gönderme yöntemi görülmüş ve bu misyon için 1745 yılında “Oset Komisyonu” isimli özel bir dini kurum oluşturulmuştur. Bu komisyon, misyonerler ve rahipler yetiştirmek için okullar açmış, kiliseler kurmuş ve misyonerlik faaliyetleriyle onbinlerce Kafkasyalıyı, bilhassa Oseti vaftiz etmiştir. Kuzey Kafkasya halkları çoğunlukla Müslüman olarak kalsa da, bugün Osetlerin büyük bölümünün Ortodoks Hristiyan oluşu, Rus Hristiyanlaştırma siyasetinin bir sonucudur.Öğe Çanakkale Cephesinde Gelibolu-Şarköy-Tekirdağ (Tekfurdağı) Hilâl-İ Ahmer hastanesinin faaliyetleri(2015) Sezer, CemalHilâl‐i Ahmer Cemiyeti, yaralı ve hasta Osmanlı askerlerine yardım etmek amacıyla, 1868 yılında “Mecrûhîn ve Mardayı Askeriyeye İmdât ve Muâvenet Cemiyeti” adıyla kurulmuş ve ilk yardım faaliyetlerini 1877‐1878 Osmanlı‐Rus Savaşı’nda göstermiştir. Osmanlı Devle‐ tinin Birinci Dünya Savaşı’na girmeye karar vermesi üzerine, Hilâl‐i Ahmer Cemiyeti de yardım faaliyetlerini gerçekleştirmek için kısa sürede teşkilatlanmış ve gerekli hazırlıkları yapmıştır. Cemiyetin yardım faaliyetleri Osmanlı askeri yetkililerinin talepleri dikkate alınarak gerçekleştirildiğinden, onlarla koordineli olarak yürütülmüştür. Cemiyetin varlık gösterdiği cephelerden birisi de Çanakkale’dir. Buradaki faaliyetler içerisinde sırasıyla Gelibolu‐Şarköy ve Tekirdağ’da açmış olduğu hastane bulunmaktadır. Askeri makamların isteği ve görülen ihtiyaç üzerine 19 Nisan 1915 tarihinde ilk olarak Gelibolu’da bir hastane açan Cemiyet, İtilaf Devletlerinin yoğun bombardımanı ve hastane ihtiyaçlarını karşılamada yaşanılan zorluklar nedeniyle 8 Mayıs’ta Şarköy’e, buradan da 5 Ağustos’ta Tekirdağ’a taşınmak zorunda kalmış ve aralık ayının sonuna kadar Tekirdağ’da hizmet vermiştir. Bu süre içerisinde 1000’den fazla askere bakılmıştır. Türk ve Dünya tarihi içeri‐ sinde çok önemli bir yere sahip olan Çanakkale savaşlarında, cephede bizzat görev yaparak varlığını ortaya koyan Cemiyetin kazanılan başarıdaki etkisi göz ardı edilemez. Bu çalışmada; Çanakkale savaşlarında Hilâl‐i Ahmer Cemiyetinin birçok alanda gerçekleştirdiği yardım faaliyetleri içerisinde yer alan Gelibolu‐Şarköy ve Tekirdağ Hilâl‐i Ahmer Hastanesinin faaliyetleri ele alınmıştır.Öğe 18. yüzyıla kadar Avusturya elçilerinin Osmanlı Devleti’ndeki iaşeleri ve elçilik hediyeleri(2018) Yıldız, YusufOsmanlı Devleti ile Habsburg yönetimindeki Avusturya arasındaki ilişkiler, 15. yüzyılda başlamış ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Macaristan’ın fethinden sonra Avusturya’nın sınır komşusu olmasıyla birlikte yoğunlaşmıştır. Türk tehlikesini, diplomasiyi kullanarak bertaraf etmek isteyen Habsburglar, 18. yüzyıla kadar İstanbul’a bazıları daimi elçilikler olmak üzere birçok delegasyon göndermişlerdir. Çoğunlukla kalabalık bir grup halinde gelen bu delegasyonların ikametleri esnasındaki bütün masrafları, bu zaman zarfında, elçiler misafirler olarak görüldükleri için, Osmanlı sınırına girişlerinden ülkeyi terk edişlerine kadar Osmanlı Hükümeti tarafından karşılanmıştır. Ancak elçiler de Osmanlı diplomasisinin önemli adetlerinden biri olduğu için, sultan başta olmak üzere, ileri gelen Osmanlı devlet adamlarına değerli hediyeler getirmeyi ihmal etmemişlerdir.Öğe Batı kaynaklarına göre Karaçay-Balkar Türklerinde Şamanist-Pagan inançlar ve monoteist dinler(2017) Yıldız, YusufKafkasya'nın en eski halklarından sayılan Karaçay-Balkar Türkleri, monoteist dinlerden önce, Eski Türk Şamanizmi ile Kafkasya Paganizminin birleşip kaynaşmasından oluşan çok tanrılı bir inanç sistemine sahipti. Bu inanç sistemi, yüksek ve sarp dağlarda yaşayan Karaçay-Balkar toplumunda, yüzyıllara yayılan uzun bir süreçte şekillenip kökleşmişti. Karaçay-Balkarya'da Bizans ve Gürcistan'ın etkisiyle Hristiyanlık da yayılmıştır. Ancak Hristiyanlık, Şamanist-Pagan inançların Karaçay-Balkar toplumundaki kuvvetli etkisi ve bu halkların yaşadıkları coğrafyanın ulaşılması zor bir bölge olması nedeniyle onlar arasında yüzeysel ve zayıf kalmıştır. Bölgede 17. yüzyıldan itibaren etkin olan ve Karaçay-Balkarların kitlesel olarak kabul etmeye başladığı İslam dini ise, zamanla onların egemen dini olsa da Şamanist-Pagan inançların etkisini İslam da tamamen kıramamıştır. Bu inançlar, iki monoteist dinle karışıp adeta onlar içine entegre olarak Karaçay-Balkar toplumunda izlerini daima korumuştur.Öğe Osmanlı Devleti’nde ayrılıkçı faaliyetlere bir örnek: Rum casuslar (1914-1918)(2017) Lüleci, AbdullahSavaşlar; başkaldırı, isyan, casusluk gibi ayrılıkçı faaliyet ve ihanetleri içinde barındıran önemli süreç ve ortamlardır. Özellikle savaş dönemlerinde artan bu ayrılıkçı faaliyet ya da ihanetlerin ortaya çıkışında, genelde düşman güçlerin kışkırtma ve yönlendirmeleri etkilidir. Fakat bu olaylarda kimi zaman dost bir devletin ya da tebaa içindeki bazı unsurların da aktif rol aldıkları görülebilir. Çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı Devleti söz konusu ihanet ve casusluk örnekleri ile fazlasıyla karşılaşmıştır. Fransız İhtilali'nin tüm dünyada yarattığı etki Osmanlı Devleti için de kaçınılmaz olmuş, Balkan coğrafyası başta olmak üzere Arap ve Anadolu coğrafyası lokal milliyetçilik isyanları ile kaynamaya başlamıştır. Bu dönemde gayrimüslimler içinde en fazla yekûnu oluşturan ve gerek sosyo-ekonomik gerekse siyasî hayatta ciddi bir nüfuz potansiyeline sahip olan Rum unsurların bazıları, bir taraftan Yunanistan diğer yandan emperyalist güçlerin tahrik, destek ve yardımlarıyla dinî ve millî duygularını, daha önce hiç olmadığı kadar, bağımsızlık kazanmak için kullanmaya başlamışlardır. Megali İdea ve Pontus hedefleri etrafında örgütlenen ayrılıkçı Rumlar için I. Dünya Savaşı yılları, casusluk ve ihanetlerinin had safhaya ulaştığı bir dönem olmuştur. I. Dünya Savaşı'nı kendileri için önemli bir fırsat olarak değerlendiren ayrılıkçı Rumlar, nüfus potansiyellerine paralel olarak sahip oldukları parselasyonda yoğun casusluk faaliyetlerine girişmişlerdir. Bu faaliyetler, Anadolu'nun kıyı kesimleri başta olmak üzere Osmanlı coğrafyasının muhtelif kısımlarında kimi zaman münferit kimi zaman da teşkilatlı ve koordineli bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Rum casusluk faaliyetlerinin savaş boyunca geniş bir coğrafyada etkili olması, bir müddet sonra Osmanlı Devleti için ciddi bir problem haline gelmiştir. Dolayısıyla devlet erkânı, savaş sırasında Ermenilere uyguladığı 27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskân Kanunu'nun bir benzerini, muhtelif kesimlerdeki ayrılıkçı Rumlara uygulamak zorunda kalmıştır. Ancak birçok kez uygulanan bu sevk ve iskân politikası, daha küçük çapta ve lokal özellik taşımaktadır.Öğe Osmanlı Taşra Teşkilatının alt birimi mahalleye bir örnek: Bolu Eski Cami Mahallesi(2018) Süme, MehmetBu çalışmanın amacı, Osmanlı taşra teşkilatının en alt birimi olan mahallenin özelliklerini, Bolu Eski Cami Mahallesi örneğinde açıklamaktır. Osmanlı şehrinde mahalle birbirini tanıyan, bir ölçüde birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma içinde olan kişilerin oluşturduğu topluluğun yaşadığı yerdir. Yapmış olduğumuz bu çalışmada mahallenin idari yapısına ilişkin bilgiler verilecektir. İdari yapı söz konusu olduğunda imam ve muhtarlar ön plana çıkmaktadır. Eski Cami Mahallesi’nde görev yapan imam ve muhtarlar tespit edilecektir. Nüfus sayımı yapılırken kişilerin meslekleri belirtilmiştir. Bu verilerden yararlanılarak Eski Cami Mahallesinin ekonomik yapısı aydınlatılacaktır. Haneye ilişkin verilen bilgiler ise mahallenin sosyal yapısı hakkında bilgi verecektir. Osmanlı şehrinin merkezinde cami onun yanında bedesten/ han bulunur. Şehir bu merkezin etrafında sıralanan diğer mahallelerden oluşur. Bolu, Osmanlı şehrinin bu genel özelliklerini yansıtır. Eski Cami Mahallesi adını Bolu’nun en eski camilerinden biri olan Yıldırım Bayezid Camii’nden alarak şehrin merkezinde yer almıştır. Mahalle günümüzde de aynı özelliğini sürdürmektedir. Ağırlıklı olarak nüfus ve temettuat defterlerinden yararlanılarak XIX. yüzyılda Bolu Eski Cami Mahallesi’nin idari, sosyal ve ekonomik yapısı ortaya konulacaktır.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »