Abant Tıp Dergisi Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Tunica albuginea kisti ve eşlik eden skrotal kalkül olgusu(2013) Büyükkaya, Ramazan; Büyükkaya, Ayla; Erdoğmuş, Beşir; Yazici, Burhan; Şafak, Alp Alper; Çalişkan, Mustafa; Yazgan, ÖmerUltrasonografinin üroloji pratiğinde kullanımının yaygınlaşması sonucu testiküler lezyonlarla daha sık karşılaşılmaktadır. Testis ile ilişkili kistler basit kist, tunika albuginea kisti,epidermoid kist ve rete testis ektazisi olarak sınıflanabilir.Tunika albuginea kaynaklı kistler oldukça nadirdir, bu kistlerkapsül kaynaklı olup testis çevresinde yerleşir. Tunica albuginea kistleri genelde insidental saptanmalarına rağmenhastalar ağrı, şişlik ve iğne başı büyüklüğünde sert bir kitle ilebaşvurabilirler. Bu kistlerin mezotelyal orijinli oldukları düşünülmektedir. Fizik muayenede tunica albuginea kistleriyanlışlıkla malign testiküler tümörlerle karışmasına rağmensonografi ile doğru tanı koyularak gereksiz cerrahiden kaçınılmalıdır. Biz bu yazıda, tunica albuginea kisti ve scrotalkalkül tanısını eş zamanlı olarak koyduğumuz bir olguyusunduk.Öğe Gastrointestinal kanamanın nadir bir sebebi: İleal gastrointestinal stromal tümör(2015) Yilmaz, Barış; Altiok, Merih; Aktaş, Bora; Yilmaz, Bülent; Ekiz, Fuat-Öğe Acute Appendicitis Diagnosed Incidentally by Colonoscopy in Colorectal Cancer Screening(2015) Yilmaz, Barış; Yilmaz, Bülent; Aktaş, Bora; Ekiz, Fuat-Öğe Giant coronary artery and slow flow phenomenon in young patient with acute coronary syndrome(2015) Çağlar, Sabri Onur; Erdem, Fatma; Suzi, Selim Ayhan; Yazıcı, Mehmet[No Abstract Available]Öğe Soft tissue involvement in the nephrectomy area on the bone scintigraphy Tc-99m MDP of a patient underwent radical nephrectomy(2015) Korkmaz, Ayşe Nurdan; Erdem, Mehmet Remzi; Çalışkan, Billur; Duygulu, Şebnem; Çiven, Hüseyin; Aydın, Nesrin; Töre, Güzin[No Abstract Available]Öğe Malignant Meningioma; Tumor Recurrence or Radiation Necrosis? Can(2015) Üyetürk, Ümmügül; Helvacı, Kaan; Budakoğlu, Burçin; Uysal, Özlem Sönmez; Türker, İbrahim; Yalçıntaş, Ülkü Arslan; Arda, Kemal Niyazi[No Abstract Available]Öğe Vitamin D ve Kardiyovasküler Hastalık(2015) Uçan, Bekir; Delibaşı, TuncayVitamin D (VD) eksikliği dünyada ve Türkiye'de yaygın bir sağlık sorunudur. Günümüzde otoimmün hastalıklar, inflamatuar barsak hastalığı, romatoid artrit, multipl skleroz, diyabet, kanser, psoriasis ve kardiyovasküler hastalıkların oluşmasında D vitamini eksikliğinin rolü olduğu çalışmalarda düşük VD düzeylerinin kardiovasküler risk faktörleri (yaş, obezite, diabetes mellitus, metabolik sendrom, kronik böbrek hastalığı) ile ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır. Dahası VD eksikliğinin karotis intima media kalınlığındaki artış, endotelyal disfonksiyonu ve koroner arter kalsifikasyonu gibi subklinik kardiyovasküler hastalıklar ve total mortalitedeki artış ile ilişkisini gösteren çalışmalar da vardır. Bu derlemede son çalışmalarda vitamin D ile hipertansiyon, obezite, tip 2 diyabet, kronik böbrek hastalığı, dislipidemi, ve endotelyal disfonksiyon gibi kardiyovasküler risk faktörleri arasındaki ilişkiyi özetledik.Öğe Gonartozun Patofizyolojisi ve Klinik Değerlendirilmesi(2015) Koç, Bünyamin; Boyraz, İsmail; Sarman, HakanOsteoartrit (OA) tüm eklemi tutan kıkırdak dejenerasyonu, sinovit, subkondral kemik oluşumu, kapsül hipertrofisi ve yumuşak doku rüptürlerinin yanında enflamatuar mediatörlerin de rol oynadığı kompleks bir süreçtir. Hastaların ekleminde genellikle dizilim ve mekanik dengesizlik gelişir. Tüm bu sürece aralıklı sinovit ve lokal inflamasyonda eşlik eder. OA'lı hastalarda kemiğin yeniden yapımı sonucu oluşan periost inflamasyonu ile çıplak kemik oluşur. Radyografik olarak OA hastalarında ağrı kaynağı tam olarak açıklanamamıştır. Yapılan araştırmalarda radyografik bulgularla ağrı arasında doğrudan bir korelasyon bulunamamıştır. OA tedavisinin primer amacı ağrıyı azaltmaktır. İlk yapılacak öneriler, hasta bilgilendirilmesi ve eğitimi, obez ise kilo verilmesi ve egzersizlerdir. Medikal tedavi olarak parasetamol ve nonsteroid anti-İnflamatuar İlaçlar (NSAİİ) en çok tavsiye edilen ilaçlardır. Koruyucu tedaviler yeterli gelmediğinde cerrahi tedavi düşünülebilir ama sonuçlar her zaman yüz güldürücü değildir.Öğe Geç dönem solar makülopatili bir olgu(2015) Mısır, Remzi; Kalaycı, Defne; Erdurmuş, MesutSolar makülopati; makülanın güneş ışınlarına direkt maruziyeti sonucu oluşan maküler hasar olarak tanımlanır. Maküler hasarın temelinin güneş ışığının retina üzerindeki fotokimyasal ve termal etkilerin kombinasyonu sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Bu olgu sunumunun amacı; görme azlığı şikayeti ile olan ve bilateral geç dönem solar makülopati tanısı konan 46 yaşındaki bir olgunun; optik koherens tomografi ve fundus flouresan anjiografi bulguları ile beraber değerlendirilmesi ve tartışılmasıdır.Öğe Yoğun Bakım Hastalarında Malnütrisyon(2015) Bayır, Hakan; Yıldız, İsa; Erkuran, Mansur Kürşat; Koçoğlu, HasanYoğun bakım ünitesi (YBÜ) hastalarında malnütrisyon prevalansı % 30 ile % 50 arasında değişmektedir. YBÜ hastalarında malnütrisyon komplikasyonlara yol açarak yoğun bakımda kalış süresinin uzamasına, morbidite ve mortalitede artışa neden olabilmektedir. YBÜ hastalarında malnütrisyonun yöntemlerin ciddi limitasyonları vardır. YBÜ hastalarında yaş, aldığı tedaviler ve mekanik ventilasyon, hastalıklar, mobilizasyon problemleri ve beslenme değerlendirme ve dokümantasyon artırabilmektedir. YBÜ'de nütrisyon desteğinden en fazla malnütrisyonu olan hastalar fayda görürler. YBÜ'de takip edilen hastalara yeterli beslenme desteği verilmesi, malnütrisyonu ve ilişkili komplikasyonları önlemeye yardımcı olur.Öğe Lomber disk herniasyonunda neovaskülarizasyonla ilişkili rezorbsiyon mekanizmaları(2015) Koç, Bünyamin; Nacır, Barış; Erdem, Hatice RanaLomber disk herniasyonu (LDH) bel ağrısı ve siyatiğin önemli bir nedenidir. LDH’nın magnetik rezonans görüntüleme (MRG) ile incelenmesi neo-vaskülarizasyonla ilişkili rezorbsiyon mekanizmasını ortaya çıkarmıştır. Aktive makrofajların disk dokusuyla etkileşimlerinin infamatuvar sitokinlerin üretimine yol açtığı gösterilmiştir. Buna ek olarak tümör nekrozis faktör-? (TNF -?) gibi infamatuvar sitokinler, vasküler endotelyal growt faktör (VEGF) gibi anjiogenezi uyaran faktörlerin indüksiyonu için gereklidir. VEGF endotel hücresine özgü bir mitojendir ve yeni kan damarlarının oluşumunda esaslı bir rolü vardır. Yeni oluşmuş kan damarları ve makrofaj infiltrasyonu LDH rezorbsiyonu sırasında önemli bir rol oynarlar. Bu derlemede LDH’da rezorbsiyon mekanizmaları hakkındaki güncel bilgiler özetlendi.Öğe Gebelikte tromboembolik hastalıklara tanısal yaklaşım(2015) Yaşar, Zehra; Talay, FahrettinGebelik ve postpartum dönem venöz tromboemboli (VTE) için kanıtlanmış risk faktörüdür. Günümüzde pulmoner emboli (PE) gebelik ile ilişkili ölümlerin önemli nedenlerindendir ve anne ölümlerinin %20'sini oluşturmaktadır. Her 10 derin ven trombozundan (DVT) birinde PE geliştiği bilinmektedir. VTE tanısı semptomların ve bulguların gebeliğin beklenen fizyolojik değişiklikleriyle benzer olması nedeniyle oldukça zordur. Gebelikte VTE tanısının gecikmeden konması ve uygun tedavinin düzenlenmesi gebenin ve fetusun komplikasyonlardan korunması için hayati önem arzeder.Tanısal işlemler sırasında oluşabilecek radyasyon maruziyeti de doğru görüntüleme yönteminin uygulanmasının önemini göstermektedir. karşılaşabileceğimiz tromboembolik hastalıklara tanısal yaklaşım basamakları gözden geçirilmiştir.Öğe İnstabil çocuk önkol diyafiz kırık cerrahisinde açık ya da kapalı redüksiyonun klinik ve radyolojik sonuçlara etkisi(2015) Sağlam, Necdet; Kurtulmuş, Tuhan; Kıbar, Birkan; Saka, Gürsel; Avcı, Cem Coşkun; Akpınar, FuatAmaç: Stabil olmayan çocuk önkol diyafiz çift kırıklarının cerrahisinde, kırık redüksiyonu her iki kemiği açık, her iki kemiği kapalı ve bir kemiği açık diğeri kapalı yapılan hastaların klinik ve radyolojik sonuçları değerlendirildi. Yöntem : İnstabil önkol 1/4 orta cisim kırığı nedeniyle intramedüller çivileme yöntemiyle tedavi edilen 63 çocuk geriye dönük değerlendirildi. Hastaların 13’üne (Grup A; 3 kız, 10 erkek; ort. yaş 10; dağılım;5 -15) her iki kemiğe açık yerleştirme; 27’sine (Grup B; 4 kız, 23 erkek; ort. yaş 11; dağılım;5 -16) her iki kemiğe kapalı yerleştirme; 23’üne (Grup C; 3 kız, 20 erkek; ort. yaş 11; dağılım;7 -14) bir kemiğe açık diğerine kapalı redüksiyon uygulandı. Gustilo - Anderson sınıflamasına göre 15 hastada tip1, iki hastada tip 2 açık kırık vardı. Yaralanmadan cerrahiye kadar geçen süre grup A’da 4, grup B’de 2, grup C’de 2 gündü. Hastalarda Kirschner teli kullanıldı. Hastaların hepsinde hem radius hem ulna tespit edildi. Ortalama takip süresi grup A’da 38, grup B’de 34, grup C’de 39 aydı. Bulgular: Grup A’da ortalama 47 , grup B’de 45, grup C’de 46 günde kaynama sağlandı. Çivilerin çıkarılma süreleri grup A’da ortalama 53, grup B’de 82, grup C’de 67 gündü. Gruplar arasında yaş, yaralanmadan cerrahiye kadar geçen süre, tel çıkarma ve takip süresi, cinsiyet, taraf, etiyoloji, komplikasyon dağılımlarında istatiksel anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Epifiz hasarı, redüksiyon kaybı, refraktür, derin enfeksiyon, kaynamama, nörovasküler yaralanma, Kirschner teli migrasyonu, sinostoz, angular ya da rotasyonel deformite ve ane stezi komplikasyonu gelişmedi. Sonuç : Çocuklarda instabil önkol diyafiz kırıklarının Kirschner teliyle intramedüller tespitinde açık veya kapalı kırık redüksiyonunun fonksiyonel ve radyolojik sonuçlar üzerine etkisi olmadığını istatistiksel olarak gösteril di.Öğe Çinkodan zengin diyetin, sigara dumanı maruziyetindeki sıçan mesane dokusu sitokin profiline etkisi(2015) Hakan, Elçin Terzi; Kükner, Aysel; Aydın, Hatip; Özyalvaçlı, Mehmet Emin; Fırat, Tülin; Üyetürk, UğurAmaç: Sigara içimi akciğer, larinks, özefagus, mide, mes ane ve böbrek kanserleri ile kronik hastalıkların sebebidir. Sitokinler, inflamasyonun başlatılması ve sürdürülmesinde önemlidirler. Sigara, çinko eksikliği sebebidir. Çinko, antioksidan olup serbest radikallerin zararlarından hücreleri korur. Çalışmamızda sigara dumanına maruz bırakılarak çinkodan zengin diyet ile beslenen sıçanların mesane dokusundaki TLR 2, TLR 4, Nükleer faktör ka ppa B, İnterl ökin 1? ve İnterlökin 10 ekspresyonuna etkisi incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem : Çalışmada 24 adet erişkin erkek Wistar-Albino sıçanlar kullanıldı. Sıçanlar 4 gruba ayrıldı. Birinci grup normal, 2. grup ise çinkodan zengin diyetle beslendi. Üçüncü ve 4. gruplar sigara inhalasyonu yapılan gruplar olup sırasıyla normal ve çinkodan zengin diyetle beslenen gruplardı. Den ey sonunda alınan mesane dokuları histol ojik olarak değerlendirildi. Kalan doku örnekleri ise Real time polymerase chain reaction yöntemi ile sitokin ekspresyonları gösterilerek değerlendirildi. Bulgular: Çalışmadaki hiçbir grup mesane epitelinde değ işikli k izlenmemiştir. Sigara verilen grupta sadece düz kas yapılarında tabakalar arasında ödem ve bazı alanlarda yoğun inflamatuar hücreler ile bu alanlarda hemoraji ve konjesyona rastlanılmıştır. Çinkodan zengin diyetle besl enen denekler de ise inflamatuar hüc relere, konjesyona ve ödeme daha az rastlandı. Tüm sıçan gruplarının mesane dokularında sitokin ekspresyonları ikili olarak karşılaştı rmalarda sigaraya maruz kalmış sıçanlarda çinko almayan ve çinko alan sıçanlar için NF -?B2 geni için anlamlı farklılık bul undu. Sonuç : Sonuç olarak sigara maruz kalan sıçanlarda çinko kullanımının anlamı bir şekilde NF -?B2 ekpresyonunu artışına neden olması, çinkonun sigaraya bağlı gelişen mesane kanserlerinde kanserli hücre apopitozunu arttırarak tedaviye katkı yapabileceğin i düşündürmektedir.Öğe Yenidoğan kabızlığında unutulmaması gereken bir tablo; Hirschprung hastalığı(2015) Bilir, Sevil Göksügür; Bekdaş, Mervan; Kara, Buket; Tarakçı, Nuriye; Altunhan, Hüseyin; Öztürk, Hülya; Demircioğlu, FatihHirschprung Hastalığı enterik sinir sisteminin gelişimsel bir bozukluğu olup distal kolondaki myenterik ve submukozal pleksuslarda ganglion hücrelerinin yokluğu ile karakteriz edir. Bu durum etkilenen barsak kısmında peristaltizmin yokluğuna ve fonksiyonel intestinal tıkanıklığa yol aç ar. Yaklaşık 5000 canlı doğumda bir görülmekte ve genellikle mekonyum çıkışında gecikme, karın distansiyonu, beslenme intoleransı ve safralı kusma ile karşımıza çıkmaktadır. Burada yenidoğan döneminde Hirschprung Hastalığı tanısı konulmuş erkek bebeğin kli niği ve radyolojik tetkikleriyle değerlendirilmesi sunulmuştur.Öğe Lokal İleri Evre Rektum Tümörlerinde Neoadjuvan Kemoradyoterapinin Lokal Kontrol ve Hastalıksız Sağkalım Üzerine Etkisi(2015) Kurt, Remzi; Kargi, Ertugrul; Tiryaki, Çağrı; Bayhan, Zülfü; Uzunoğlu, Hakan; Özbay, OğuzAmaç: Lokal ileri rektum kanserlerinde tedavinin temelini cerrahi oluştuşturmakla beraber neoadjuvan kemoradyoterapi (KRT) ile lokal ileri rektum kanserlerinde tümör boyutunda küçülmeye bağlı küratif rezeksiyon ve sfinkter koruyucu cerrahi yapılabilirliğinin arttığı bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı, neoadjuvan KRT aldıktan sonra cerrahi tedavi yapılan hastalarda rekürrens, hastalıksız /hastalıklı sağkalım ve buna etki eden faktörlerin araştırılmasıdır. Yöntem: Ocak 2007- Mayıs 2012 tarihleri arasında lokal ileri rektum kanseri tanısı konularak neoadjuvan KRT sonrası ameliyat edilmiş olan 18 yaş üstü 79 hastanın dosya kayıtları; demografik, klinik, radyolojik ve patolojik veriler açısından retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Çalışmaya 27(%34.2) kadın, 52(%65,8) erkek olmak üzere toplam 79 hasta katılmış olup ortalama yaş 60,82±5' dir. Neoadjuvan KRT sonrası tam regresyon oranı %15,18'dir. Hastaların ortalama takip süresi, 26 ay (3-59 ay aralığında) olarak saptandı. Takip süresince 28 (%35,44) hastada tümör rekürrensi saptanmış olup bunun 12 tanesi lokal, 17 tanesi sistemik rekürrensti. Takip süresince hastaların hayatta kalımı %.83,54 idi. Hastalıksız sağ kalım ise %.72,15 idi. Hastaların büyük çoğunluğunda evre gerilemesi ve tümör boyutlarında küçülme sağlandı. Sonuç: Hiperfraksiyone RT mezorektumun sınırlarını sterilize eder ve tümör hücre kalıntılarının gelişmesini engeller. Bu durum lokal nüks ihtimalini azaltır ve muhtemelen tümör hücrelerinin uzak organlara giderek metastaz yapmasını da engellemiş olur. Neoadjuvan KRT sonrası yapılacak ideal ameliyat tekniği Total mezorektal eksizyon' dur. Cevaplanması gereken önemli soru ise KRT olduğudurÇalışmamızda olgu sayısının az olması ve takip süresinin kısa olması nedeni ile uzun dönem neoadjuvan kemoradyoterapi uygulanan lokal ileri rektum kanserli hastalarda nüks, sağkalım/ hastalıksız sağkalımın uzun dönem takip sonuçlarının anlaşılması için başka çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Referral physicians' indications for myocardial perfusion scintigraphy(2015) Çalışkan, Billur; Korkmaz, Ayşe NurdanAmaç: Bu çalışmada hangi klinik endikasyonlarla hastaların myokard perfüzyon sintigrafisine (MPS) sevk edildiğini araştırmayı amaçladık. Yöntem : Bölümümüze MPS için gönderilen hastaları, koroner arter hastalığı (KAH) öyküsü, KAH için risk faktörleri, yaş ve cinsiyete göre retrospektif olarak inceledik. MPS için endikasyonlar şu şekilde beş kategoriye ayrıldı: KAH tanısı; koroner stenozun etkisinin araştırılması; canlılık tayini; kardiak-dışı cerrahi için cerrahi öncesi risk tayini; tedavi etkinliğinin araştırılması. Bulgular: Toplam 770 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların çoğunluğu (531 hasta, %69) KAH tanısı için MPS' ye sevkedildi ve bunların çoğunluğu KAH için düşük riskli hastalardı (369 hasta, %69,5). 531 hastanın 128'i KAH için orta riskli, 34'ü ise yüksek riskli hasta grubundaydı. MPS için diğer endikasyonlar, tedavi etkinliğinin belirlenmesi (%24,9), koroner stenozun etkisinin tayini (% 3,8), cerrahi ö ncesi risk değerlendirmesi (% 1,7) ve canlılık tayini (%0,6) idi. Sonuç : Bulgularımız MPS' nin bölgemizde etkin bir şekilde kullanılmadığını göstermektedir. Cerrahi öncesi risk değerlendirmesi, canlılık ve koroner stenozun fonksiyonelliğinin araştırılması nı içeren birçok endikasyon nadiren kullanılmaktadır. KAH için düşük risk grubundaki hastalar ise uygunsuz olarak MPS'ye gönderilen hastaların çoğunluğunu oluşturmaktadır.Öğe Diffüz İnterstisyel Akciğer Hastalığı Tanısı Alan Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi(2015) Yaşar, Zehra Aşuk; Ünalmış, DuyguAmaç: Diffüz intersitisyel akciğer hastalığı (DİAH) benzer klinik, radyolojik ve fonksiyonel özellikler taşıyan, etyolojisi tam olarak aydınlatılamayan heterojen bir grubu tanımlar.Tanısı, takibi ve tedavisi klinisyenler için zorluklar taşımaktadır.Bu çalışmada, kliniğimizde DİAH tanısı alan olguların tanı ve tedavi yaklaşımları açısından deeğerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Kliniğimizde DİAH tanısı alan 163 olgunun kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Olguların yaş ortalaması 58,3± 15,2 olup 13'ü( %7,97) erkek ve 150'si (92,02) kadın idi. Olguların 33' ü sarkoidoz, 25'i IPF, 6'sı eosinofilik pnömoni,16 'sı kollojen doku hastalığı, 1'i pulmoner hemosiderozis,10'u hipersensitivite pnömonisi,1 ' i alveolar proteinozis ve 2'si bronşiyolitis obliterans olarak tanı alırken 49'u sınıflandırılamayan DİAH olarak takip edilmiştir.153 olgu yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (HRCT) ile değerlendirilmişti. 110 olguya fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Bronkoalveolar lavaj ve transbronşiyal biyopsi yapılan hastalardan 18'inde TBAB tanı koydurucu idi ve tanı konulamayan 4 hastada kesin tanıya akciğer biyopsisi ile gidildi. Olguların 55 (%33,7)'i patolojik tanı almıştı.Hastaların 75(%40)'ı steroid tedavisi almıştı. 85 hasta semptomatik tedavi ile takip edilmişti. Sonuç: DİAH' da tanı oranı multidisipliner bir yaklaşım, uygun hastalarda ileri tanısal yöntemler ile arttırılabilir ve uygun hasta yönetimi planlanabilir.Öğe Bolu İlinde Farklı Yaş Gruplarında Hepatit A Seroprevalansı(2015) Bölükbaş, Barış; Mengeloğlu, Zafer; Taş, TekinAmaç: Hepatit A virüs (HAV) infeksiyonları ülkemizde ve dünyada yaygın olarak görülen önemli bir halk sağlığı problemidir. Yaş ilerledikçe enfeksiyonun belirgin hale geçtiği ve komplikasyonların arttığı kabul edilir. Bu çalışmada Bolu ilinde farklı yaş gruplarında Hepatit A seroprevalansının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Hastanemize 2013 yılında farklı yakınmalar nedeni ile başvuran ve elektrokemiluminesans yöntemi ile (Cobas e411 Analyzer, Roche Diagnostics, Almanya) Anti- HAV IgG testi çalışılan hastalar, hepatit A seroprevalansının belirlenmesi amacıyla çalışmaya dahil edilmiştir. Bulgular: Bir yıllık sürede, Anti-HAV IgG testi çalışılan toplam 1021 hastanın 778'inde (%77.2) seropozitiflik saptanmıştır. Olgular 0-10, 11-20, 21-30, 31-40, 41-50, 51- 60, 61-70 ve70 yaş üzeri olarak yaşlarına göre gruplandırılmıştır. Bu gruplara ait Anti-HAV IgG pozitiflik oranları sırasıyla; %48.8, %38.3, %62, %85.3, %97.2, %98.8, %97.1 ve %100 olarak bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışma ile Bolu ilinde HAV seroprevalansı ilk kez araştırılmıştır. İlimizdeki Anti-HAV IgG seropozitiflik oranının bölgemizdeki illere yakın olduğu görülmektedir. Çalışmamız yaş ilerledikçe hepatit A virüs enfeksiyonu ile karşılaşma olasılığının arttığını ve yetişkin yaş gruplarında aşılamanın önemini göstermektedir.Öğe Akut miyokard infarktüs geçiren hastalarda travma sonrası stres bozukluğu belirtileri(2015) Semiz, Murat; Erdem, Fatma; Erdem, Alim; Tuman, Taha Can; Oran, Meral Demir; Kayka, Nefise; Yıldırım, OsmanAmaç: Bu çalışmanın amacı akut miyokard infarktüs (AMİ) geçiren hastalarda depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini araştırmaktır. Çalışmamızda ruhsal belirtilerin klinik bulgular ile ilişkisi de incelenmiştir. Yöntem : Bu çalışmaya AMİ geçirdikten bir ay sonra kardiyoloji polikliniğine kontrol amaçlı gelen 50 hasta alınmıştı r. Hastalara sosyodemografik form, Hastane Ankiyete -Depresyon (HAD) ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu Kontrol Listesi (Sivil Sürümü) (PTSB -CL) ölçekleri doldurtulmuştur. AMİ sonrası TSSB belirtilerine yol açabilecek bedensel, fiziksel veya ruhsal olay yaşa yan hastalar çalışmaya alınmamıştır. Bulgular: Hastaların anksiyete ölçeğinin ortalama puanı 8.7±4.3 olarak bulundu. Anksiyete ölçeğinin kesme puanına göre değerlendirme yapıldığında; hastaların % 26’sının anksiyete bozukluğu olabileceği gösterildi. Depres yon ölçeğinin ortalama puanı 7.2±3.6 idi ve ölçeğin kesme puanına göre hastaların % 36’sında (n=18) depresif bozukluk olabileceği saptandı. PCL -C ölçeğinin ortalama puanı 22.1±5.1 idi. Hastaların % 24’ü PCL -C ölçeğine göre kesme puanının üzerinde bir değerdeydi ve bu hastalarda TSSB olasılığı düşünüldü. Sonuç : Bu çalışmada AMİ geçiren hastalarda yüksek oranda TSSB belirtileri saptanmıştır. Hastanede yatış süresi ve taburculuk sonrası anjina şikayetleri TSSB belirtileri ile ilişkili bulunmuştur. AMİ geçiren hastalarda depresif bulguların yanı sıra TSSB belirtilerine de dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.