Yazar "Kobya, Murat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 4 / 4
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Auguste Comte’da aydınlanma ve metafizik tasavvuru(2018) Kobya, MuratÜnlü Fransız düşünür ve sosyolog Auguste Comte’un (1798-1857) geliştirdiği sosyolojik pozitivizm, genellikle aydınlanma düşüncesi ve onun ilerleme tasavvuru ile ilişkilendirilmesine rağmen, Comte’un pozitivizm tasavvurunda aydınlanma karşıtı bir damar da mevcuttur. Biz bu çalışmamızda genellikle ihmal edildiğine ya da doğru anlaşılamadığına inandığımız bu damar üzerinde duracak, Comte’un ünlü üç hal kanununda yer alan metafizik aşama ile de ilişkilendirerek konuyu irdeleyeceğiz. Comte’a göre metafizik aşama, insan zihninin doğrudan teolojik düşünceden pozitif düşünceye geçmesinin mümkün olmamasından kaynaklanan bir geçiş evresidir. Bu evrede insan zihni adım adım pozitif düşünceye hazırlanmaktadır. Comte’un evrimci ilerleme anlayışı, akıl ve bilime olan sarsılmaz güveni ve sosyal bilimlerde doğa bilimlerinin yönteminin kullanılması gerektiği fikri hiç kuşkusuz aydınlanmanın mirasıdır. Ancak onun düzen tutkusu, aydınlanmacı düşünürleri metafizikçiler olarak yaftalamasına sebep olmuştur. Çünkü ona göre, aydınlanma düşüncesi, bireye önem veriyor, bireysel özgürlük, eşitlik, halkın egemenliği gibi anarşik ilkeleri bayraklaştırıyordu. Bu ilkelerle pozitif-organik bir toplumun inşası mümkün değildi. O, düzen ve konsensüsü savundukları için gelenekselci düşünürleri alkışlıyor, ancak onların düzenin yeniden inşası için, artık geçmişte kalmış feodal-katolik sisteme geri dönülmesi gerektiği düşüncesini, imkânsız ve komik buluyordu. Çünkü tarihin geriye doğru akması mümkün değildi. Bu yüzden o, aydınlanmacı ilerleme nosyonu ile gelenekçi düzen nosyonunu bir potada eritmeye çalıştı. Bunun için pozitif bilimlerin, yeni kurduğu “sosyoloji” bilimi ile tamamlanması gerekiyordu. Pozitif bir bilim olan sosyoloji, batı insanına düzenden taviz vermeden ilerlemenin yolunu gösterecekti.Öğe Niyazi Berkes’e Göre İslam ve Çağdaşlaşma(2020) Kobya, MuratNiyazi Berkes (1908-1988), Türk modernleşmesi ve çağdaşlaşması ile ilgiligörüşleriyle tanınan önemli bir fikir adamı ve sosyologdur. Berkes’in, çağdaşlaşmameselesini; aydınlanmacı-pozitivist, modernleşmeci, batı merkezci bir paradigmadanhareketle çözümlemekte olduğu görülmektedir. Dolayısıyla söz konusu paradigmayayönelik tüm eleştirilerin Berkes’e de yöneltilebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. OnunKur’an, Sünnet, İslam Hukuku, Tasavvuf gibi konulardaki yazıları, yer yer ilgi çekici, değerlitespitler de barındırmakla birlikte; ilahiyat alanına yabancı olmanın, müsteşriklerin taraflıyorumlarına itibar etmenin ve aydınlanmacı-pozitivist din tasavvuruna sahip olmanınyarattığı çelişkiler ve sınırlılıklarla maluldür. Berkes’in; İslam Hukuku’nun, dini dogmalaradayandığı için durağan bir toplum yarattığı, toplumsal değişmeye karşı, çağdaşihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğu gibi tespitleri bizce gerçeği yansıtmamaktadır.Fıkıh bilginleri, dinin ruhuna ve açık naslara aykırı olmayan örf ve adetleri muteberkabul etmiş, zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceğini İslam Hukuku’nun küllikaidelerinden biri olarak belirlemişlerdir. Onlar, verdikleri hükümlerde kamu yararınıgözetmişler, hakkında nasslarda kesin bir hüküm bulunmayan hususlarda, dinin anagayelerini gözetmek kaydıyla, sosyal realiteyi de göz önünde bulunduran içtihatlardabulunmuşlardır.Öğe Religion and Politics According to Ibn Khaldun: Two Different Readings(2021) Kobya, MuratIn this study, it is emphasized that there are two different readings of Ibn Khaldun, which are diametrically opposed to each other, and these different readings are discussed on the basis of his views on religion-state relations, and it is tried to reveal which Ibn Khaldun's conception is more accurate. It has been determined that the approach claiming that Ibn Khaldun defended the laic-secular state administration mostly depended on the enlightenment-positivist world view and it is based on Ibn Khaldun’s rational politicsreligious politics, the caliphate-sultanate and rational sciences-religious sciences distinction. Likewise, it has been determined that the second approach, which advocates the opposite idea, rejects the universal human evolution scheme of the enlightened-positivist paradigm, emphasizes the difference between the historicalcultural accumulation and experience of Islamic civilization and Christian-Western civilization, and claims that it is not possible to associate Ibn Khaldun, who is a member of the tradition of Islamic thought, with a principle such as laicism, which is the product of the specific historical-cultural experience of the West. It was emphasized that, unlike the West, there was no conflict between religion and state and other institutions in the Islamic world, based on arguments such as the institutional structure of Islam is different from Christianity and the absence of an organization that represents religion, such as the Church, that has become the focus of economic, legal, political and intellectual power and the advanced ability of tradition of Islamic thought and the understanding of law to adapt to social reality. By stating that Ibn Khaldun openly defended the unity of religion and state in accordance with the traditional Islamic thought, it was concluded that he was not a supporter of the secular state administration and therefore the approach that envisioned him as a thinker committed to the tradition of Islamic thought was correct. Structured Abstract: In this study, it is emphasized that there are two different readings of Ibn Khaldun that are diametrically opposed to each other, these different readings are discussed on the basis of his views on religion-state relations, and it is tried to reveal which Ibn Khaldun's conception is more accurate. It is understood that the approach claiming that Ibn Khaldun defended the laic-secular state administration mostly depended on the enlightenment-positivist world view and it is based on Ibn Khaldun’s rational politics-religious politics, the caliphate-sultanate and rational sciences-religious sciences distinction. Likewise, it is seen that that the second approach, which advocates the opposite idea, rejects the universal human evolution scheme of the enlightened-positivist paradigm, emphasizes the difference between the historical-cultural accumulation and experience of Islamic civilization and Christian-Western civilization, and claims that it is not possible to associate Ibn Khaldun, who is a member of the tradition of IslamicÖğe Ziya Gökalp’in çağdaşlık ve laikliği temellendirme çabası ve İslam(2019) Kobya, Muratİkinci meşrutiyet ve Cumhuriyetin kuruluş döneminin önemli fikir adamı Ziya Gökalp (1876-1924) ve onun din anlayışı hakkında çok sayıda araştırma yapılmıştır. Biz bu çalışmamızda, Gökalp’in laik devlet anlayışı bağlamında, İslam ve çağdaş medeniyet arasındaki ilişkileri tasvir eden çalışmalarının zaman ve zemine bağlı olarak hangi aşamalardan geçmiş olduğunu tespit etmeye çalışacağız. Gökalp’in batılılaşma ve laikliği temellendirme tarzında, iki farklı yaklaşım tespit ediyoruz. Bunlar, İslami referanslara dayalı temellendirme çabası ve Durkheim sosyolojisinden ilham alan pozitivistevrimci-aydınlanmacı referanslara dayalı temellendirme çabasıdır. Gökalp’in yazılarından, onun temel davasının çağdaş batı medeniyetine bağlı bir Türk milli devletinin inşası olduğunu anlıyoruz. O içinde bulunduğu konjonktürü en iyi şekilde kullanarak, daima bu hedefi gerçekleştirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla gerek ikinci meşrutiyet gerekse milli mücadele ve erken Cumhuriyet dönemindeki yazıları arasında, bize göre nispeten, bir bütünlük ve tutarlılık mevcuttur. O, Türk milletinin ne dininden ne de çağdaşlaşma ülküsünden vazgeçemeyeceğinin bilincindedir. Dolayısıyla ne İslam kültürünü tamamen reddetmek mümkündür, ne de batılılaşmayı. Buradan, İslam ile çağdaşlığın uzlaştırılması ameliyesinin, onun için her zaman önemli olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Cumhuriyete giden süreçte, yazılarındaki İslam vurgusunun azaldığı doğrudur. Ama bu, ne onun, İslami referansların belirleyici olduğu bir toplumda çağdaşlaşmayı meşrulaştırmak için, dini yalnızca bir araç olarak kullandığı anlamına gelir; ne de zamanla dinle arasına mesafe koyduğu! Çünkü onun eserlerindeki dini meşruiyet arayışı zamanla, nispeten azalmış gibi görünse de hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmamıştır.