Yazar "Konak, Murat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Congenital Nephrotic Syndrome: Case Report and Review of Literature(Cukurova Univ, Fac Medicine, 2012) Konak, Murat; Annagur, Ali; Altunhan, H.; Atas, Bulent; Ors, RahmiCongenital nephrotic syndrome (CNS) is a rare kidney disease which reveals itself after birth and characterized with severe proteinuria, hypoalbuminemia and edema. It is a genetic disorder that occurs with deterioration of glomerular filtration barrier especially as a result of mutation that develops in genes called nephrin and podocin. CNS could be as a result of perinatal infection as well as a part of a genetic syndrome. Immune suppressive treatment is ineffective in genetically originated CNS, however renal transplantation yields curative treatment. In many cases to prevent from life threatening edema, daily albumin infusion is needed. Additionally, high caloric diet, thyroxin and mineral supply are applied. Also prophylaxis of thrombolytic complications and opportunistic infection that could develop due to immune deficiency is needed. In this report we discussed a case with the review of literature by reporting a newborn which had CNS diagnosis as a result of persistent hypoalbuminemia and proteinuria without edema.Öğe Duktus bağımlı konjenital kalp hastalıklarında oral prostaglandin E1 tedavisinin değerlendirilmesi(2012) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Şap, Fatih; Karaaslan, Sevim; Örs, RahmiAmaç: İntravenöz prostaglandin E1 (PGE1) infüzyonu duktus bağımlı konjenital kalp hastalarında etkisi kanıtlanmış bir ilaçtır. Ancak intravenöz PGE1 oldukça pahallı, sürekli intravenöz infüzyon gerektiren ve her merkezce temini zor bir ilaçtır. Uzun süre kullanılması gerektiğinde bu sorunlar daha önemli hale gelmektedir. Bu çalışmada Oral PGE1‘in intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar duktusun açık kalmasını sağlayıp sağlamadığını göstermek amaçlanmıştır. Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesine duktus bağımlı konjenital kalp hastalığı tanısıyla yatırılıp intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 verilen 10 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların oral PGE1 ve intravenöz PGE1 başlanmadan önce ve sonra arteryal kan gazında pO2 ve ciltten bakılan sO2 değerleri kaydedildi. Bulgular: Oral PGE1 tedavisine ortalama başlama yaşı 5.5 saat (0.5–25), verilme süresi 28 saat (18–46) idi. Hastaların oral PGE1 başlandıktan 2 saat sonra alınan pO2 ve sO2 değerlerinin başlanmadan önceki değerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı gözlendi. PO2 ve SO2 düzeyindeki düzelme intravenöz PGE1 başlanıncaya kadar devam etti. İntravenöz PGE1 başlandıktan 2 saat sonra bakılan PO2 ve SO2 değerlerinin intravenöz PGE1 başlanmadan önce bakılan değerlerine göre bir miktar daha artış gösterdiği gözlendi. Sonuç: Kısa süreli kullanımda intravenöz PGE1 oral PGE1’den daha etkili olsa da oral PGE1’de duktusun açık kalmasında yeterince etkilidir. Bu nedenle intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 alternatif bir seçenek olarak kullanılabilir. Uzun süreli kullanımda ise damar yoluna ve hastanede yatışa gerek duyulmadan, kullanımı kolay ve oldukça ucuz olan oral PGE1’in intravenöz PGE1 yerine kullanılabileceğini düşünüyoruz. Ancak bunun için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Klasik galaktozemili bir yenidoğanda Candida albicans menenjiti(2012) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Konak, Murat; Ertuğrul, Sabahattin; Yüksekkaya, Hasan Ali; Örs, RahmiKlasik galaktozemi nadir görülen bir karbonhidrat metabolizma bozukluğudur. Galaktozemili hastalarda sepsis sıklığı belirgin derecede artmıştır. En sık görülen sepsis etkeni E. coli’dir. Mantar sepsisi galaktozemi hastalarında nadiren bildirilmiştir. Kandida sepsisi yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde özellikle prematürite ve düşük doğum ağırlığı gibi altta yatan bir risk faktörü olan bebeklerde önemli bir sepsis nedenidir. Galaktozemi hastalarında en sık sepsis etkeni E. coli olmasına rağmen altta yatan bir risk faktörü olmasa da kandidiyazisin de bu hastalarda bir sepsis ve menenjit etkeni olabileceği akılda tutulmalıdır. Ayrıca kandidiyaziste klinik ve laboratuar bulgular silik olabilir. Bu nedenle özellikle neonatal kandida menenjitinde erken tanı ve tedavi için şüphe indeksini yüksek tutmak gerekir. Böyle hastalarda BOS analizi, kültürü ve beyin görüntülenmesi mutlaka yapılmalıdır. Çünkü erken tanı ve tedavi hayat kurtarıcı olacaktır. Bu yazıda yatışının dördüncü gününde alınan kan kültüründe Candida albicans üreyen ve menenjit tanısı konan bir klasik galaktozemi olgusu sunuldu.Öğe Konjenital nefrotik sendrom: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi(2012) Konak, Murat; Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Ataş, Bülent; Örs, RahmiKonjenital nefrotik sendrom (KNS), doğumdan sonra kendini belli eden ciddi proteinüri, hipoalbüminemi ve ödemle karakterize nadir bir böbrek hastalığıdır. Özellikle nefrin ve podocin adlı genlerde oluşan mutasyon sonucu glomerular filtrasyon bariyerinin bozulmasıyla ortaya çıkan genetik bir bozukluktur. KNS perinatal enfeksiyonların sonucunda olabileceği gibi, genetik bir sendromunda parçası da olabilir. İmmün süpresif tedavi genetik kaynaklı KNS'de etkisizdir ancak böbrek transplantasyonu küratif tedavi sağlamaktadır. Birçok vakada hayatı tehdit eden ödemden korumak için günlük albümin infüzyonu gerekmektedir. Ek olarak yüksek kalorili diyet, tiroksin ve mineral desteği uygulanır. Tromboembolik komplikasyonların ve immünite yetersizliğinden dolayı gelişebilecek firsatçı infeksiyonların proflaksisi gerekmektedir. Yazımızda ödemi olmayan ancak sebat eden hipoalbüminemi ve proteinüri nedeniyle KNS tanısı alan bir yenidoğan olgusunu sunarak hastalığı literatür eşliğinde tartıştık.Öğe Nadir bir neonatal menenjit etkeni: Grup A streptokok(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Örs, RahmiGrup A streptokoklar neonatal menenjitin oldukça nadir etkenlerindendir. Biz literatür ışığında A grubu beta hemolitik streptokokun neden olduğu bir yenidoğan menenjit olgusunu tartıştık. Daha önce sağlıklı olan 24 günlük erkek bebek; bir gündür devam eden ateş, emmeme ve sola lokalize konvülziyonla başvurdu. Yapılan lomber ponksiyonu pürülan menenjit ile uyumluydu. Hem kan hem de beyin omurilik sıvısı kültüründe A grubu beta hemolitik streptokok üredi. Hasta Penisilin G ile tedavi edildi. Klinik seyrinde tetra ventriküler hidrosefali geliştiği gözlendi. Ancak şant takılmasına ihtiyaç duyulmadı. Takiplerinde de işitme kaybı geliştiği tespit edildi. Grup A streptokok menenjiti yenidoğan döneminde oldukça nadir görülmesine rağmen yenidoğan sepsis ve menenjit olgularında akılda bulundurulması gereken etkenlerdendir. Grup A streptokok menenjiti diğer yenidoğan menenjit etkenleri gibi ciddi nörolojik sekellere yol açabilir.Öğe Successful use of topical "Ankaferd Blood Stopper" for repetitive bleedings in an infant with infantile hemangioma(E-Century Publishing Corp, 2012) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Konak, Murat; Örs, RahmiInfantile hemangioma (IH) is the most common vascular tumor of childhood. A major feature of this tumor is rapid growth during a proliferation phase in the first year of life, followed by contraction through a slow involution phase. Several complications may emerge during this course. Bleeding at the site of the lesion and infection are the most common complications. 'Ankaferd Blood Stopper' (ABS) is a hemostatic agent produced as a mixture of five separate plant extracts. Provision of hemostasis by ABS is independent from coagulation factors and the standard coagulation cascade. Furthermore, ABS has an antimicrobial effect. In this article, we have presented a seven-year-old infant with IH on the lower lip who had been admitted with the symptoms of frequent bleedings and infection, and who was successfully treated with topical ABS in terms of control of bleeding and infection. To the best of our knowledge, this is the first reported case of IH that has been treated with ABS for bleeding.Öğe Total oxidant, antioxidant, and paraoxonase levels in babies born to pre-eclamptic mothers(Wiley, 2013) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Kurban, Sevil; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Örs, RahmiAim The aim of this study was to investigate the oxidant-antioxidant status in babies born to pre-eclamptic mothers (BBPM). Material and Methods The paraoxonase (PON)-1, total antioxidant status (TAS), and total oxidant status (TOS) levels were measured in the cord blood and venous blood (7th day) of BBPM (n=31) and babies born to normotensive mothers (n=25). Results The PON-1 and TOS levels in the cord blood and venous blood on the 7th day were not significantly different between the two groups; however, the cord blood TAS levels were higher in BBPM (P=0.001), and the TAS levels in the venous blood were higher in the control group (P=0.021). Furthermore, the cord blood PON-1 levels of babies born to severely pre-eclamptic mothers (n=18) were higher than those of babies born to moderately pre-eclamptic mothers (n=13) (P=0.042). There were no differences in the cord blood TAS and TOS levels and venous blood PON-1, TAS, and TOS levels between babies born to severely and moderately pre-eclamptic mothers. Conclusion The increased TAS levels found in the cord blood of BBPM indicate that the fetus is protected against oxidative damage caused by increased oxidative stress in the mother. To the best of our knowledge, this is the first study in the published work investigating PON-1 levels in BBPM.Öğe Yenidoğan yoğun bakım ünitesine solunum sıkıntısı nedeniyle yatan hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi(2012) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Arıbaş, Semra; Konak, Murat; Koç, Hasan; Örs, RahmiAmaç: Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine solunum sıkıntısı nedeniyle yatan hastaların demografik özelliklerini ve solunum sıkıntısına neden olan yenidoğan hastalıklarının sıklığını, tedavinin etkinliğini ve prognozunu belirlemektir. Gereç ve yöntemler: Bu çalışmada 01.01.2008 ile 31.12.2009 tarihleri arasında Meram Tıp Fakültesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine solunum sıkıntısı nedeni ile yatırılarak izlenen hastaların dosya kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 2008 yılında 771, 2009 yılında ise 692 hasta yatırılarak takip ve tedavi edildi. Bu hastalardan 2008 yılında 225'i, 2009 yılında 282'si solunum sıkıntısı nedeni ile başvurdu. Ortalama doğum ağırlığı 2008'de 1954±972 gr, 2009'da 2140±1009 gramdı. Ortalama gebelik haftası 2008'de 32,4±5,0 hf, 2009'da 33,4±4,9 haftaydı. 2008 yılında aldıkları tanılar %77,8 sepsis, %40,4 respiratuar distres sendromu (RDS), %20,9 pnömotoraks, %12,4 patent duktus arteriozus (PDA), %6,2 mekonyum aspirasyon sendromu (MAS), %5,3 intra ventriküler kanama (İVK), %3,6 pnömoni, %3,1 prematüre retinopatisi (ROP), %2,7 bronkopulmoner displazi (BPD), %2,2 yenidoğanın geçici taşipnesi (YDGT) idi. 2009'da ise %69,5 sepsis, %33,3 RDS, %17,0 PDA, %16,0 pnömotoraks, %10,3 pnömoni, %8,2 İVK, %6 YDGT, %5,3 BPD, %3,2 MAS, %3,2 ROP tanıları aldılar. Solunum sıkıntısı nedeni ile başvuran hastaların 2008'de %43,6'sı, 2009'da %33,7'si ölümle sonuçlandı. Sonuç: Solunum güçlüğü ile başvuran yenidoğanların ilk değerlendirilmelerinde doğum haftası, doğum şekli ve eşlik eden sorunların göz önünde bulundurulması ve gereken hastaların yoğun bakım desteğinin yapılabileceği ileri bir merkeze uygun bir biçimde naklinin yapılması ile yenidoğan ölümlerinde ve morbiditesinde azalma sağlanabileceği kanısındayız.