Yazar "Karabörk, Şeyda" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 25
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Araştırma Hastanesine başvuran hastalarda 6 yıllık toxoplasma gondii seropozitifliğinin araştırılması(2018) Türkoğlu, Şule Aydın; Karabörk, Şeyda; Çakmak, Mücahit; Orallar, Hayriye; Yaman, Kerem; Ayaz, ErolAmaç: Toxoplasma gondii, beyin, kalp, göz tutulumuna neden olabilen hücre içi parazit enfeksiyon etkenidir. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine Ocak 2010-Aralık 2016 yılları arasında Toxoplasmosis şüphesi ile başvuran Hastalarda T.gondii IgG ve IgM antikorlarının prevalansının saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran kişilere ait 14262 serum örneğinde ELİSA yöntemi ile belirlenen anti-T.gondii IgM ve IgG antikorları ve IgG avidite testi retrospektif olarak araştırılmıştır. Bulgular: 13607’ü kadın (%95,4), 560’ü erkek (%3,9), 95’i ise bebek (%0,7) toplam 14262 bireyden T.gondii antikorlarının belirlemesi için istem yapılmıştır. IgG bakılan 4079 olguda %78’i negatif, %21’i pozitif, %0,8 grayzone belirlenmiştir. IgM bakılan 13671 olgunun %98’i negatif, %1,2’si pozitif, %0,5 grayzone belirlenmiştir. Avidite testine göre 135 olgunun IgG avidite test sonuçlarında 45 (%33) olgu düşük, 20 (%15) olgu sınır değer, 70 (%52) hastada yüksek avidite belirlenmiştir. IgG seropozitifliği erkek ve kadınlarda IgM pozitifliğine göre yüksek bulunmuştur. İstem yapılan olguların çoğunluğunun gebelik takibi nedeniyle Kadın Doğum kliniğinden (n=12588) (%88,3) istendiği, Enfeksiyon Hastalıkları (n=540) (%3,8) ve Nöroloji (n=478) (%3,4) kliniklerinden T.gondii antikorlarının tespiti için istem yapıldığı görülmüştür. Sonuç: T.gondii seropozitifliğinin ilimizde ihmal edilemeyecek ölçüde yaygın olduğu görülmüştür. Riskli grup içerisindeki olguların bu parazit açısından değerlendirilmeye alınması ve farkındalığın oluşturulması gerektiği sonucuna varılmıştır. Son yıllarda özellikle Nöroloji kliniğinde bu farkındalığın oluştuğu görülmüştür.Öğe Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuarına başvuran hastalarda bağırsak parazitlerinin dağılımı(2014) Taş, Tekin; Ayaz, Erol; Koçoğlu, Mücahide Esra; Bucak, Özlem; Karabörk, ŞeydaAmaç: Eğitim düzeyi, sosyo -ekonomik durum ve çevresel faktörler, parasitik infeksiyonların dağılımını etkilemektedir. Bu yüzden henüz gelişmekte olan ülkemizde bağırsak parazitleri hala halk sağlığı sorunu olarak önemini korumaktadır. İlimizin parazitolojik çalışma verilerine katkı sağlamayı amaçladığımız bu ilk çalışmada, Ocak 2009 - Nisan 2011 tarihleri arasında Üniversitemiz Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji La boratuarına çeşitli gastrointestinal yakınmalarla başvuran 1451( % 55.92)’ i kadın ve 1144 (% 44.08)’ü erkek olmak üzere toplam 2595 olguya ait verilerin retrospektif değerlendirmesi yapılmıştır. Yöntem : Tüm olgularda dışkı örnekleri nativ -lugol ve şüpheli vakalar E.histolytica Adezin antijen testi yönteml eri ile incelenmiştir. Bulgular: İnceleme yapılan olguların 242 ( % 9.33)’sinin bağırsak parazitleri ile enfekte olduğu tespit edilmiştir. Enfeksiyonun cinsiyete göre dağılımı yapıldığında kadın l arın 107 (% 4.12)’sinin, erkeklerin ise 135 (% 5.20)’inin parazitli olduğu gözlenmiştir. Bu oranlarının bağırsak parazitlerine göre dağılımı sırasıyla şöyledir: Entamoeba coli 27 ( % 1.04), Giardia intestinalis 11(% 0.42), Entamo eba histolytica/dispar 201 (% 7.75) kişide tespit edilmiştir. Birer vakada ise Fasciola sp ve Ascaris lumbricoides yumurtası gözlenmiştir. Selofan bant yöntemi az sayıda olguda uygulanabilmesi nedeniyle Enterobius vermicularis sadece bir kişide tespit edilmiştir. Sonuç : İlimizde bağırsak parazitlerinin protozoon ağırlıklı görülmesi helmint oranının az olması dikkat çekicidir. Bu çalışma sonuçlarının Bolu’da bağırsak parazit enfeksiyo nlarının yayılışıyla ilgili ilk veri olması nedeniyle yayınlanm ası uygun görülmüştür.Öğe Acute toxoplasmosis and antioxidant levels in the liver, kidney and brain of rats(NLM (Medline), 2018) Türkoğlu, Şule Aydın; Yaman, Kerem; Orallar, Hayriye; Çamsarı, Çağrı; Karabörk, Şeyda; Ayaz, ErolToxoplasma gondii is a common protozoan parasite which causes toxoplasmosis worldwide. There are limited treatment options against T. gondii infection. Once transmitted, T. gondii can spread to many organs in the body, including the brain, liver and kidneys. One of the most common signs of toxoplasmosis is a rise in oxidative stress. Therefore, our aim was to determine the antioxidant levels in the brain, liver and kidney of rats infected with this parasite. In the present study, 2–4-months old Wistar albino rats were infected intraperitoneally with 1 x 104 mL of RH strain of T. gondii dispersed in 0.9% NaCl. Post-infection after 30 days, the experiment was terminated, the rats were sacrified, and the blood, brain, liver and kidney tissues were collected for analyses. Catalase (CAT), glutathione peroxidase (GSH-Px), and superoxide dismutase (SOD) levels were determined by ELISA assay. Increased SOD and GSH-Px levels were found in the liver of infected rats compared to controls; however, similar changes were not observed in other tested organs. These results suggest the increased oxidative stress caused by T. gondii infection can be efficiently alleviated, at least in the liver, by increased levels of antioxidant enzymes during post-infection. Further research will be required to determine the potential mechanisms of increasing antioxidant levels in the liver at 30 days post-infection, as well as the potential differences in antioxidant enzyme levels during the acute and chronic phases of toxoplasmosis.Öğe Anti-proliferative effects of salmon calcitonin on SH-SY5Y neuroblastoma in vitro(2023) Varol, Muhammed Ismail; Karabörk, Şeyda; Çetinkaya, AyhanAim: We aimed to examine the potential cytotoxic effect of salmon calcitonin, which is one of the components that regulates mineral metabolism and prevents the increase in the amount of calcium, on SH-SY5Y cells, a neuroblastoma cell line.Methods: SH-SY5Y cells were cultured in DMEM medium in the presence of 37°C and 5% CO2in conventional culture flasks. MTT assay was applied to investigate the effect of calcitonin individually on SH-SY5Y cells by treatment different concentrations for 24 h and performed. Results: In cells cultured with salmon calcitonin applied at different concentrations (0.1, 1, 3.125, 6,25, 12.5, 25, 50 and 100 nM/ml), anti-proliferation was statistically significant at concentrations of 50 and 100 nM/ml compared to the control group. It showed that 50 nM/ml and 100 nM/ml had the highest cytotoxic effect on SH-SY5Y for 24 hConclusions: Considering the proliferation curve of SH-SY5Y, the results show that salmon calcitonin treatment potentiated the proliferative activities by inhibiting cell viability in SH-SY5Y cells at concentrations of 50 and 100 nM/ml. Further studies exploring salmon calcitonin’s protective effects may prove successful and maybe it is a promising agent for cancer treatmenÖğe Antibodies against vimentin -an early biomarker of ischemia?(Wiley, 2017) Türkoğlu, Şule Aydın; Ögün, Muhammed Nur; Karabörk, Şeyda; Orallar, Hayriye Soytürk; Yıldız, Serpil[No Abstract Available]Öğe The association of antiphospholipid antibodies in patients with multiple sclerosis(Carbone Editore, 2018) Türkoğlu, Şule Aydın; Ögün, Muhammed Nur; Karabörk, Şeyda; Yıldız, Nebil; Yıldız, SerpilAim: Antiphospholipid syndrome (APS) is one of the most common acquired causes of arterial and venous thrombosis. The diagnosis is made based on the presence of antiphospholipid antibodies (APA), anticardiolipin antibodies (aCLA), lupus anticoagulant (LA), and anti-beta 2-glycoprotein I antibody levels and clinical criteria. Multiple sclerosis (MS) is an autoimmune inflammatory demyelinating disease of the central nervous system. From time to time, MS and APS can cause diagnostic confusion for clinical and cranial involvement. We aimed to investigate the frequency of APA in patients with and without MS after being admitted for a differential diagnosis of MS. Materials and methods: The laboratory values for vasculitis/MS differential diagnosis for the last 14 months were analyzed in this retrospective cross-sectional study. The patients were categorized into those who were diagnosed as having MS and those who were not (MS-like) based on the McDonald criteria. The patients' APA IgG and IgM antibodies, aCLA IgG and IgM, and LA values were recorded. Correlation regarding the Expanded Disability Status Scale (EDSS) scores of the patients with MS was investigated. P<0.05 was considered statistically significant. Results: Of 125 patients, 42 had MS and 83 had MS-like illnesses. LA was found negative in 21 (50%) patients and positive in 21 (50%) patients in the MS group. LA was found negative in 26 (31%) patients and positive in 57 (69%) patients in the MS-like group. The difference between the groups was statistically significant (p=0.04). There were positive APA values in 1 patient, and positive aCLA values in 3 patients in the MS group, and positive APA values in 3 patients, and positive aCLA values in 4 patients in the MS-like group. This difference between the groups was not statistically significant (p=0.9). There was no correlation found between EDSS and LA in the patients with MS. Conclusion: The prevalence of antiphospholipid antibodies in MS is a controversial topic. Our study had a higher prevalence of LA in the patients with MS than in the normal population but lower than in the MS-like group. APS should be taken into consideration in the differential diagnosis of patients with MS-like conditions.Öğe Cerebrospinal fluid levels of interleukin-17 and interleukin-34 in patients with neuro-behcet’s syndrome(Springer, 2019) Ögün, Muhammed Nur; Karabörk, Şeyda; Önerli, Merve; Türkoğlu, Şule Aydın; Yıldız, SerpilBehcet's disease (BD) is a rather rare chronic multisystemic vasculitic disease. Clear neurological involvement is observed in up to 49% of patients with BD. Cytokines play a pivotal role in the pathogenesis of BD. Data on the cerebrospinal fluid (CSF) levels of cytokines in patients with Neuro-Behcet's disease (NBD) are limited. We measured the CSF levels of Interleukin (IL)-17A, IL-17F, and IL-34 in 7 patients with NBD (median age of 38 years). Eleven control subjects were of a median age of 42 years. There was no significant difference in the male-to-female ratio and age between the NBD and control groups (P > 0.05). There was also no significant difference in biochemical values of CSF between NBD patients and control subjects. The CSF levels of IL-17 was significantly higher in patients with active NBD compared to the control (P < 0.05), whereas the CSF levels of IL-34 showed no difference compared to the control group (P > 0.05). This is the first study investigating the CSF levels of IL-34 in patients with NBD. Further studies with a larger sample size are required to confirm the role and values of the IL-34 levels in NBD.Öğe Çeşitli Klinik Örneklerden İzole Edilen ID Pseudomonas aeruginosa Suşlarının Antimikrobiyal Direnç Oranları: Üç Yıllık Değerlendirme(2019) Behçet, Mustafa; Avcıoğlu, Fatma; Karabörk, Şeyda; Kurtoğlu, Muhammet GüzelPseudomonas aeruginosa, hastane enfeksiyonlarında en sık görülen fırsatçı patojenlerden biri olup morbidite ve mortalitesi oldukça yüksektir. Bu çalışmada P.aeruginosa suşlarının antimikrobiyal direnç oranlarını belirleyerek antibiyotik kullanım politikalarına katkıda bulunulması amaçlanmıştır. 2015-2017 yıllarında çeşitli klinik örneklerden izole edilen toplam 380 P.aeruginosa suşu retrospektif olarak incelenmiştir. Gönderilen örnekler % 5 koyun kanlı agar, Eosin Methylene Blue (EMB) agar ve çikolatamsı agar besiyerlerine, kan ve steril vücut sıvıları ise BACTEC 9120 kan kültürü sistemine ait sişelere ekilmiştir. Bakteri tanımlaması ve antimikrobiyal duyarlılık testleri için konvansiyonel yöntemler ve Phoenix tam otomatik bakteri tanımlama sistemi kullanılmıştır. Antimikrobiyal duyarlılıkları European Committee on Antimicrobial Susceptibility Testing (EUCAST) standartlarına göre yorumlanmıştır. P.aeruginosa suşlarının klinik örneklere göre dağılımı ve antimikrobiyal direnç oranları araştırılmıştır. P.aeruginosa suşları en sık % 47.1 oranında yoğun bakımlardan izole edilmiştir. Suşların % 52.4’ü solunum yolu, % 21.8’i idrar, % 21.3’ü yara ve % 4.4’ü de diğer örneklerden elde edilmiştir. En az direnç kolistin (% 6.7) ve amikasine (% 11.6) karşı bulunmuştur. Kolistin, gentamisin, seftazidim, piperasilin / tazobaktam, levofloksasin, siprofloksasin, imipenem ve meropenem için son üç yılda direnç oranlarında değişiklik olmamıştır. Sefepim ve aztreonama karşı son iki yılda direnç artışı saptanmıştır. Çalışmada saptanan sonuçların hastane enfeksiyonlarının ampirik tedavisinde ve akılcı antibiyotik kullanım politikalarında katkı sağlayacağı düşünülmüştür.Öğe Could Serum Copeptin Be Used for Diagnosing Urinary Tract Infections in Children?(2022) Bekdaş, Mervan; Erkocoglu, Mustafa; Karabörk, Şeyda; Dilek, MustafaObjective: Early diagnosis of urinary tract infection (UTI) is important to reduce short- and long-term complications. To this end, effective biomarkers\rare needed. Our aim was to evaluate the role of copeptin in the diagnosis of UTI and in distinguishing upper from lower UTI compared to other\rinflammatory markers.\rMethods: The diagnosis of UTI was based on the presence of typical clinical symptoms and a positive urine culture. The control group was formed by\rhealthy children without signs or symptoms of infection. Complete blood count, CRP, ESR, serum IL -6, NGAL and copeptin were evaluated.\rResults: The study group included 41 patients with UTI and 41 healthy controls. The patients were 5 (0.8-15) years old and 65.9% of them were female.\rIn the patients with UTI, in addition to total WBC (p<0.001) and NGAL (p=0.031), copeptin was also increased (147.9(60.8-361.9) vs. 69.7(24.2-303) ng/\rml, p<0.001). Copeptin could diagnose UTI at a cut-off value of 81.8 ng/ml (p<0.001, sensitivity 80.4%, specificity 60.5%). Within the UTI group, 10 had\rupper UTI and 31 had lower UTI. In the upper UTI group WBC (p=0.019), CRP (p<0.001), ESR (p<0.001) and NGAL (p=0.046) were higher. Copeptin did\rnot differ between upper and lower UTI groups (p=0.82). Copeptin correlated with IL -6 and NGAL (r²=0.23, p=0.002; r²=0.89, p<0.001, respectively).\rConclusion: Copeptin is a useful biomarker to use in the diagnosis of childhood UTI, but more comprehensive studies are needed to evaluate its role\rin distinguishing upper from lower UTI.Öğe Determination of anti-nuclear antibody pattern distribution and clinical relationship(Professional Medical Publications, 2014) Mengeloğlu, Zafer; Taş, Tekin; Koçoğlu, Esra; Aktaş, Gülali; Karabörk, ŞeydaBackground and Objectives: Autoantibodies are innmunglobulins occurred directly against autoantigens that are known as endogen antigens. Autoinnmune disease is an occasion that the body begins a fight against its own cells and tissues. The antibodies that are created by the body against its own cell nuclei are called as anti-nuclear antibodies (ANA), and one of the methods used for detection and pattern of ANA is indirect immunofluorescence test (IIF). In the present study, it was aimed to determine the rate of ANA positivity and patterns of the positive specimens, and to investigate the relationship between ANA positivity and diseases in patients. Methods: ANA test results of a total of 3127 patients admitted during March 2010 to December 2012 were evaluated retrospectively. ANA test (HEp 20-10, EUROIMMUN, Germany) was used in dilution of 1:100 in IIF test. Results: A total of 494 (15.8%) resulted as ANA positive. ANA positivity rate was significantly higher in female patients than the male ones (p < 0.001). The most frequent ANA patterns were coarse speckled pattern (154 patients, 31.2%), nucleolar pattern (89 patients, 18.0%), fine speckled pattern (57 patients, 11.5%), and speckled pattern (48 patients, 9.7%). ANA positivity was most commonly determined in rheumatoid arthritis (RA) (42 patients, 8.5%), systemic lupus erythematosus (SLE) (29 patients, 5.9%), and rheumatoid vasculitis (RV) (28 patients, 5.7%). The most frequent symptoms or findings were joint pain (127 patients, 26.0%) and anemia (28 patients, 5.7%). ANA positivity rates were found to be significantly higher in patients with RA (p < 0.001), with SLE (p < 0.001), and with Raynaud phenomenon (p=0.001) in comparison to the controls. Amongst the most frequent diseases evaluated, no significant differences were found between the control groups and the groups of RV (p=0.089), multiple sclerosis (p=0.374), and Sjogren syndrome (p=0.311) in terms of ANA positivity rates. Conclusions: The present study is the first study reporting the positivity rate and distribution of ANA in Bolu located in northwestern Turkey. Information about the pattern types and the distribution of the patterns according to the diseases and symptoms contribute in diagnosis of autoimmune diseases. It is observed that clinical diagnosis has been supported significantly by ANA test according to data of our study.Öğe Do low vitamin D levels facilitae renal parenchymal injury?(Indonesian Pediatric Soc Publishing House, 2020) Bekdaş, Mervan; Çalışkan, Billur; Karabörk, Şeyda; Acar, Seher; Kabakuş, NimetBackground Decreased vitamin D levels lead to an increase in infectious diseases, including urinary tract infections (UTIs). Objective To assess serum vitamin D levels in children with renal parenchymal injury secondary to UTIs. Methods Forty-three upper UTI patients and 24 controls, aged 1-15 years, were included. Vitamin D levels and other laboratory tests were obtained when they first admitted to hospital. 99mTc-labeled dimercaptosuccinic acid (DMSA) scans were performed to evaluate renal parenchymal injury. Results Mean serum 25-hydroxyvitamin D (25 (OH)D) was lower in the upper UTI group compared to the control group [18 (SD 9) vs. 23 (SD 10.6) ng/mL, respectively; P=0.045]. The upper UTI group was sub-divided into two groups, those with 22 (51.1%) and without 21 (48.8%) renal parenchymal injury. Mean 25(OH)D was significantly lower in patients with renal parenchymal injury [15.1 (SD 7.1) vs. 21 (SD 9.9) ng/mL, respectively; P=0.0.3]. The renal parenchymal injury cases were further sub-divided into two groups: 8 patients (36.3%) with acute renal parenchymal injury and 14 (63.6%) with renal scarring (RS), but there was no significant difference in 25(OH)D between these two groups [12.5 (SD 8.9) vs. 16.6 (SD 5.7) ng/mL, respectively; P=0.14). Conclusion Decreased vitamin D is associated with renal parenchymal injury in children with upper UTIs. However, vitamin D is not significantly decreased in renal scarring patients compared to acute renal parenchymal injury patients.Öğe Does cerebrospinal fluid IL-17F distinguish normal pressure hydrocephalus from dementia?(2024) Karabörk, Şeyda; Çelik, Hümeyra; Türkoğlu, Şule AydinAim: The neurological disorder known as normal pressure hydrocephalus (NPH), which has an unknown cause, may be treatable, and is defined by a clinical triad of symptoms. A phenomenon known as dementia refers to a decline in cognitive performance that goes beyond what may be anticipated from the typical effects of biological aging. The symptomatic similarity between these two diseases causes problems in diagnosis. The objective of our study was to compare the concentrations of IL-17A, IL-17F, IL-34, and CXCL13 in the cerebrospinal fluid (CSF) of patients with NPH and dementia for an informative laboratory diagnosis. Methods: The study included NPH and dementia cases (n=7, n=5, respectively) taken from the patients’s CSF sample by lumbar puncture (LP). The levels of IL-17A, IL-17F, IL-34, and CXCL13 were measured in the CSF of patients' with NPH and dementia by enzyme-linked assay (ELISA) and compared between the two different groups. Results: There was no difference in age between the NPH and dementia groups (p=0.5). There was no statistically significant difference was found in IL-17A (p=0.7), IL-34 (p=0.9), and CXCL13 (p=0.2) in the inflammatory marker analysis in the CSF. The groups had a statistically significant difference in IL-17F (p=0.04). Conclusion: IL-17F can be an important laboratory marker used in the differential diagnosis of NPH and dementia.Öğe HBV DNA düzeyleri ile HBV serolojik göstergeleri arasındaki ilişkinin araştırılması(2013) Koçoğlu, Mücahide Esra; Taş, Tekin; Mengeloğlu, Fırat Zafer; Karabörk, Şeyda; Ceylan, KübraAmaç: Bu çalışmada akut veya kronik hepatit ön tanılı hastalarda HBV DNA pozitifliği ile HBsAg, HBeAg ve Anti-HBe arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Mart 2010 ile Temmuz 2012 arasında mikrobiyoloji laboratuvarına serum örnekleri gönderilen 574 hastaya ait veriler geriye dönük olarak incelenmiştir. Bulgular: Çalışmamızda HBsAg pozitif hastaların %44,8’inde, HBeAg pozitif hastaların %67,1’inde, anti-HBe pozitif hastaların %35,9’unda HBV DNA saptanmıştır. HBsAg ve HBeAg birlikte pozitif olan olguların %61,2’sinde HBV DNA saptanırken; her iki belirtecin negatif sonuçlandığı 29 hastanın birinde (%3,4) HBV DNA tespit edilmiştir. HBV DNA pozitifliği, HBsAg negatif hastalarda %6,3; HBeAg negatif hastalarda ise %37,7 olmuştur. Çalışmamızda HBV DNA saptanan hastaların %79,4’ünde HBeAg negatif olarak belirlenmiştir; HBV DNA pozitif hastaların %17,7’sinde Anti-HBe saptanmamıştır. HBeAg pozitifliğinde HBV DNA miktarı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0,001). Anti-HBe negatif bulunan hastalardaki HBV DNA miktarı anlamlı oranda yüksek saptanmıştır (p<0,001). Sonuç: Sonuç olarak, serolojik göstergeler tek başına hepatit B enfeksiyonu tanısında ve HBV replikasyonunu belirlemede yetersiz kalabilmektedir. Bu çalışmada hepatit B enfeksiyonunun laboratuvar tanısında, HBV DNA’nın kantitatif saptanmasının faydalı olduğu görülmüştür.Öğe Hidden realities: Food waste from servings in mini size packaging(Pergamon-Elsevier Science Ltd, 2024) Doğdu, Gamze; Pekdemir, Turgay; Lakestani, Sanaz; Karabörk, Şeyda; Çavuş, OsmanThis paper provides data obtained from real-life measurement of the Food Waste (FW) associated with the services offering food in mini size (9-20 g) single-use packaging representing the impact of the difficulties in emptying the food from such packages and service characteristics. We collected discarded such food packages from commercial public eateries (a time-share thermal town, student canteen, and student refectory), quantified FW, and subjected data to statistical analysis regarding the eatery places, package characteristics, and food type. The results suggest that service style, packaging, and consumer wastefulness can cause 10-47 %, 3-11 %, and 5-37 % FW, respectively, indicating hidden part of the wastage iceberg from mini size food portions with vast implication on the food and relevant packaging sustainability. Regarding the packing, the dominant cause of FW is difficulties in emptying the food, such as the shape, size, depth, width, and material of the package. Concerning the consumer wastefulness, our measurements seem to imply that the groups with relatively higher affluency creates more FW. Our results will prove to be highly beneficial in both promoting efforts to raise awareness of not only consumers but also industry players and decision makers on the sustainability for food and relevant packaging material.Öğe Impact of storage time of fresh serum samples on rapid test results of HBsAg(2014) Mengeloğlu, Fırat Zafer; Bucak, Özlem; Koçoğlu, Mücahide Esra; Taş, Tekin; Karabörk, ŞeydaAmaç: Hepatit B enfeksiyonun tanısında kullanılan yöntemlerden olan hızlı testler hepatit B yüzey antijenini (HBsAg) saptamaktadır. Bu testlerde, örneklerde işlem öncesi geçen sürenin sonuca olumsuz etki edip etmediğinin bilinmesi önemlidir. Bu çalışmada, oda ısısında veya +4 °C’de farklı sürelerde bekletilmiş serum örneklerinin HBsAg hızlı test sonuçlarına etkisinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Çalışma için toplam 51 serum örneği kullanıldı. Örnekler laboratuvarımıza ilk geldiğinde kemilüminesans metodu ile HBsAg testleri çalışıldı. Bu testler sonucunda negatif olan 30 örnek kontrol grubu olarak, pozitif sonuçlanan 21 örnek ise çalışma grubu olarak ayrıldı. Tüm örnekler bekletilmeden hızlı HBsAg testi çalışıldı. Daha sonra örneklerin her biri ikiye bölünüp alikotlandı ve yine ikişer gruba ayrıldı; birinci grup oda ısısında, ikinci grup ise buzdolabında +4 °C’de bekletildi. İlk testlerden 2-3 saatlik bir zaman geçtikten sonra bekletilen tüm örnekler için hızlı testler yeniden uygulandı ve ardından aynı koşullarda bekletilmeye devam edildi. İlk testlerden toplam 24 saat geçtikten sonra tüm örnekler için hızlı testler 3. kez çalışıldı. Test sonuçları “negatif” ile “+++” arasında skorlanarak sonuçlandırıldı. Bulgular: İlk yapılan hızlı testlerde duyarlılık oranı %85,7; özgüllük oranı %100 olarak bulundu. Bu testlerde örneklerin pozitiflik dereceleri ile ortalama HBsAg değerleri istatistiksel olarak ilişkili bulundu (p<0,001; r=0,831). Pozitiflik dereceleri bakımından, ikinci saat testleri için uyumluluk %96,1 (49/51) olarak hesaplandı. Farklı iki ısı ortamında 24 saat bekleyen örneklerde ise uyumluluk oranının %84,3’e (43/51) gerilediği görüldü, toplam sekiz örneğin pozitiflik derecesinin bir derece indiği gözlendi. Tüm testlerde ilk hızlı test sonuçlarına göre hiçbir yalancı pozitifliğe ve yalancı negatifliğe rastlanmadı. Ayrıca oda ısısı ve +4 °C’de bekletilen örneklerin test sonuçlarının birbirleriyle tam olarak örtüştüğü; farklılığın sadece bekletilen süreden kaynaklandığı sonucu ortaya çıktı. Sonuç: Sonuç olarak, çalışamızda ulaşılan bu veriler, hızlı HBsAg testi yapılacak olan durumlarda örneklerin birkaç saatten fazla bekletilmemesi gerektiğini, bir günlük bekletmenin sonucun güvenilirliğini azalttığını gösterdi.Öğe Investigation of a 6-year seropositivity of Toxoplasma gondii in Abant Izzet Baysal University Educational Research Hospital(2018) Aydın Türkoğlu, Şule; Karabörk, Şeyda; Çakmak, Mücahit; Orallar, Hayriye; Yaman, Kerem; Ayaz, ErolOBJECTIVE: The aim of the present study was to determine the prevalence of Toxoplasma gondii IgG and IgM antibodies in patients who were admitted in Abant İzzet Baysal University Education and Research Hospital between January 2010 and December 2016 with a suspicion of toxoplasmosis. METHODS: Anti-T. gondii IgM and IgG antibodies and IgG avidity test determined by ELISA method in 14,262 serum samples belonging to the Abant İzzet Baysal University Education and Research Hospital were retrospectively investigated. RESULTS: IgG was detected in 4079 serum samples with 78% negative, 21% positive, and 0.8% gray zone. IgM was detected in 13,671 cases with 98% negative, 1.2% positive, and 0.5% gray zone. (3.8%, n=540) and neurology (3.4%, n=478) patients who were referred to the Obstetrics and Gynecology Clinic (88.3%, n=12,588) for the majority of the cases requested for the detection of T. gondii antibodies. It has been found that a request has been made. CONCLUSION: The seropositivity of T. gondii has been found to be so large that it should not be ignored. It has come to the conclusion that the events in the risk group should be taken into consideration for this parasite, and awareness should be established. In recent years, this awareness has been observed, especially in neurology clinics.Öğe Investigation of IL-17A, IL-17F, IL-34 Levels of Patient with Multiple Sclerosis and Pseudotumor Cerebri(2021) Orallar, Hayriye; Karabörk, Şeyda; Türkoğlu, Şule AydinObjective: Multiple Sclerosis is an inflammatory demyelinating disease characterized by lymphocyte infiltration and demyelination of brain tissue and central nervous system. Materials and Methods: This study aimed to evaluate the interleukin (IL-17A, IL-17F, and IL-34 cytokine) levels in the cerebrospinal fluid of Relapsing-Remitting Multiple Sclerosis (n=23), radiologically isolated syndrome (n=5) and pseudotumor cerebri (n=15) cases. In this study, lumbar puncture cerebrospinal fluid obtained from the patients who were diagnosed with Multiple Sclerosis aged between 21-55. The PTC group included patients with pseudotumor cerebri aged 28-60 years. The levels of IL-17A, IL-17F, IL-34 cytokines were determined by ELISA kit. Results: In this study, Among the studied cytokines in the cerebrospinal fluid samples of the patients, median (min-max) values of IL-17A for the Demyelinated group and pseudotumor cerebri group were 50 (7-257) pg/ml and 2 (1-6) pg/ml respectively, a statistically significant difference (p<0.01) has been observed in between the two groups. Median (minmax) values of IL-17F for the Demyelinated group and pseudotumor cerebri group were 32 (6-891) pg/ml and 2 (1-3) pg/ml respectively, a statistically significant difference (p<0.01) has been observed between the two groups. Median (min-max) values of IL-34 for Demyelinated group and pseudotumor cerebri group were 16 (4-197) pg/ml and 2 (1-11) pg/ml respectively, a statistically significant difference (p<0.01) has been observed in between the two groups (Lower limit for the cytokine values have been determined as IL-17A: 3,93 pg/ml, IL-17F: 2,23 pg/ml, IL-34: 3,12 pg/ml). IL-34, was found to be high in Multiple sclerosis patients. This is important for the cerebral endothelial reaction in Multiple sclerosis. Conclusion: The high levels of IL-34 in cerebrospinal fluid samples suggest that it may be a new treatment strategy and an adjunct cytokine in the diagnosis of neuroinflammatory and neurodegenerative diseases such as multiple sclerosis and demyelinating disease. More extensive studies are needed to determine whether IL-34 can be a marker in the return of the disease from radiologically isolated syndrome to clinical MS.Öğe Investigation of in-vitro susceptibility of multidrug-resistant Acinetobacter baumannii strains isolated from clinical specimens to tigecycline(Assoc Basic Medical Sci Federation Bosnia & Herzegovina Sarajevo, 2013) Taş, Tekin; Kocoğlu, Esra; Mengeloğlu, Zafer; Bucak, Özlem; Karabörk, ŞeydaThe management of infections due to A. baumannii is difficult because of rapidly developing resistance, however, tigecycline, a glycylcyline antimicrobial, is in use for several years. In the present study, it was aimed to determine the susceptibility rates of A. baumannii to tigecycline. A total of 90 A. baumanni isolates were tested using three methods such as disk diffusion, broth microdilution, and E-test. The MIC50 and MIC90 values and the MIC range were found as 2 mu g/ml, 4 mu g/ml, and 0.1-8 mu g/ml by microdilution; and 2 mu g/ml, 6 mu g/ml, and 0.1-12 mu g/ml by E-test, respectively. There were a few major errors as well as the minor rates were all high as between 35.7%-46.7%. The accuracy rates between the methods were low as 53.3% (48/90) between disk diffusion and E-test, 51.1% (46/90) between disk diffusion and microdilution, and 60.0% (54/90) between E-test and microdilution. In the ROC curve analysis, an inhibition zone diameter of susceptibility breakpoint of 21.5 mm had sensitivity between 68.8%-88.9%; specificity between 81.9%-87.9%; and accuracy between 80.0%-83.33%. An analysis based on EUCAST's non-species breakpoints, the MIC tests showed higher accuracy with a rate of 96.7%, however, performance of disk diffusion got worse as lower than 25%. In conclusion, we showed that the reliability of the methods even did not remain as high as the past. Our study presented that none of three methods revealed reliable results in determination of susceptibility of A. baumanni to tigecycline, so the clinical response should be followed up carefully in such cases. (C) 2013 Association of Basic Medical Sciences of FB&H. All rights reservedÖğe Mikroplastiklerin Yenidoğan Maruziyeti ve İmmün Sistem Üzerine Etkileri(2024) Doğdu, Gamze; Karabörk, Şeyda; Dilek, MustafaMikroplastikler (MP'ler), çevre ve insan sağlığına yönelik potansiyel riskler taşıdıklarından küresel arenada hararetle tartışılan sıcak gündem konularından biridir. Hamilelik, bebeklik ve çocukluk, çevresel maruziyet için hassas pencerelerdir. Ancak nano ve mikroplastiklere (NMP'ler) maruz kalmanın sağlık üzerindeki etkileri henüz büyük ölçüde araştırılmamış veya bu konuda spesifik olarak belirlenmiş metotlarla yapılan özellikle erken yaşam maruziyeti açısından incelemelere literatürde rastlanılmamıştır. Bu derlemede amaç, MP’ler üzerinde yapılan toksikolojik araştırmaların çocuklar özellikle de yenidoğanlar üzerinde henüz yeterince odaklanılmadığı düşünülerek bu konuda literatür boşluklarını doldurmak, ilgili sektörler, karar vericiler ve toplumun her kesiminden ferdin bilinçlendirilmesini sağlamaktır. Ayrıca, bu farkındalık sayesinde, yaşamın erken dönemlerinde plastiğe maruziyetin azaltılmasına yönelik fırsatlara vesile olacak tedbirlere yönelik öneriler sunmaktır.Öğe Performance of rapid test in detection of anti-HCV in frozen sera(2014) Mengeloğlu, Fırat Zafer; Bucak, Özlem; Koçoğlu, Mücahide Esra; Taş, Tekin; Karabörk, ŞeydaAmaç: Hepatit C, dünya genelinde yaygın enfeksiyöz bir hastalıktır. Anti-HCV’yi saptayan Hepatit C hızlı testinin duyarlılık ve özgüllüğü düşük olabilmekle birlikte kolay uygulanabilen kullanışlı bir testtir. Bu çalışmada, HCV enfeksiyonu hızlı testinin birkaç yıldır dondurulmuş olarak bekletilen anti-HCV pozitif serum örneklerinde hâlâ doğru sonuçlar verip vermediğinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Kemilüminisans teknolojisini kullanan sistemle (Architect i2000 sr, IL, ABD) anti-HCV pozitif saptanan toplam 100 hastaya ait serumlar -20 °C’de en fazla 3,5 yıllık bir süre saklandı. Serumlar çözdürüldü ve Nanosign hızlı test kiti (Bioland, Güney Kore) kullanılarak anti-HCV için tekrar test edildi. Bulgular: Testin pozitiflik oranı %37 olarak bulundu. Ek olarak, hızlı test, anti-HCV düzeyi 10 S/CO’nun altında olan serumlarda %5,2 gibi çok düşük bir pozitiflik oranı verdi. Bunun tersine, yüksek anti-HCV düzeyi bulunan örneklerde bu oran %71,4 idi. Pozitiflik dereceleri ve anti-HCV düzeyleri arasında anlamlı pozitif korelasyon bulundu (r=0,708, p<0,001). Pozitiflik dereceleri ile dondurulma üzerinden geçen süre arasında herhangi bir korelasyon bulunmadı (r=-0,91, p=0,367). Bunun yanı sıra, dondurulma zaman aralıkları bakımından gruplar arasında anlamlı bir farklılık gözlenmedi (p>0,05). Sonuç: Bu çalışmanın bulguları, örneklerdeki moleküllerin kararsızlığına bağlı olarak HCV hızlı testinin düşük anti-HCV bulunduran dondurulmuş serumlarda güvenilir olmadığını ve örneklerin dondurulmasından sonra geçen sürenin test sonuçlarını değiştirmediğini göstermektedir.