Yazar "Hizal, Mustafa" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 7 / 7
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe ACİL SERVİSE KARDİYOPULMONER ARREST NEDENİYLE GETİRİLEN VE SPONTAN DOLAŞIMI GERİ DÖNEN OLGULARDA ÇEKİLEN BİLGİSAYARLI BEYİN TOMOGRAFİNİN PROGNOZU BELİRLEMEDEKİ YERİ(2020) Çolak, Tamer; Hizal, MustafaAMAÇ: Acil serviste kardiyopulmoner arrest nedeniylemüdahale edilen hastalarda, spontan dolaşımın sağlanması sonrası çekilen bilgisayarlı beyin tomografinin hastaprognozunu belirlemedeki yerini değerlendirmeyi amaçladık.GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamız, 28 kardiyopulmonerarrest hastası ile retrospektif olarak yapıldı. Hastaların demografik bilgileri, arrest yeri, arrest etyolojisi, kardiyopulmoner resüsitasyon süresi, sağ kalım süresi ve GlasgowSonlanım Skalası, bilgisayarlı beyin tomografisi bulgularıve çekim zamanı değerlendirildi.BULGULAR:Hastalar yaşam sürelerine göre 30 gününaltında yaşayanlar (1. grup) ve 30 günün üzerinde yaşayanlar (2.grup) olarak iki gruba ayrıldı. 1.ayın sonunda 13 (%46.43) hasta sağ kaldı. Sağ kalan hastaların 6(%46.15)’sı iyi nörolojik sonuca sahipti. İlk bir ay içerisindeölen hastalarda bilgisayarlı beyin tomografide hipodansite görülme oranı düşük iken gri-beyaz cevher silinmesigörülme oranı bazal ganglion düzeyinde %80 ve daha üstseviyelerde %100’dü. Hastane dışı arrest olan hastalarıntümünde tomografide hipoksi bulgusu saptanırken hastane içinde arrest olan hastaların %70’inde hipoksi bulgusu vardı.SONUÇ: Kardiyak arrest sonrası bilgisayarlı beyin tomografide görülen hipodansiteye ek olarak gri-beyaz cevhersilinmesi ve seviyeleri değerlendirildiğinde sağ kalım veprognoz açısından tahmin yapılabilir.Öğe ACİL SERVİSE KARDİYOPULMONER ARREST NEDENİYLE GETİRİLENVE SPONTAN DOLAŞIMI GERİ DÖNEN OLGULARDA ÇEKİLENBİLGİSAYARLI BEYİN TOMOGRAFİNİN PROGNOZU BELİRLEMEDEKİ YERİ(2020) Çolak, Tamer; Hizal, MustafaAMAÇ: Acil serviste kardiyopulmoner arrest nedeniyle müdahale edilen hastalarda, spontan dolaşımın sağlanması sonrası çekilen bilgisayarlı beyin tomografinin hasta prognozunu belirlemedeki yerini değerlendirmeyi amaçladık.GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamız, 28 kardiyopulmoner arrest hastası ile retrospektif olarak yapıldı. Hastaların demografik bilgileri, arrest yeri, arrest etyolojisi, kardiyopulmoner resüsitasyon süresi, sağ kalım süresi ve Glasgow Sonlanım Skalası, bilgisayarlı beyin tomografisi bulguları ve çekim zamanı değerlendirildi. BULGULAR:Hastalar yaşam sürelerine göre 30 günün altında yaşayanlar (1. grup) ve 30 günün üzerinde yaşayanlar (2.grup) olarak iki gruba ayrıldı. 1.ayın sonunda 13 (%46.43) hasta sağ kaldı. Sağ kalan hastaların 6 (%46.15)’sı iyi nörolojik sonuca sahipti. İlk bir ay içerisinde ölen hastalarda bilgisayarlı beyin tomografide hipodansite görülme oranı düşük iken gri-beyaz cevher silinmesi görülme oranı bazal ganglion düzeyinde %80 ve daha üst seviyelerde %100’dü. Hastane dışı arrest olan hastaların tümünde tomografide hipoksi bulgusu saptanırken hastane içinde arrest olan hastaların %70’inde hipoksi bulgusu vardı.SONUÇ: Kardiyak arrest sonrası bilgisayarlı beyin tomografide görülen hipodansiteye ek olarak gri-beyaz cevher silinmesi ve seviyeleri değerlendirildiğinde sağ kalım ve prognoz açısından tahmin yapılabilir.Öğe Akut Abdomen(2016) Hizal, Mustafa; Akpınar, ErhanAkut abdomen, son 24 saat içinde başlamış olan ani başlangıçlı, şiddetli abdominal ağrıyı tanımlar. Ayırıcı tanıda kendini kısıtlayan patolojilerden hayatı tehdit edebilen durumlara kadar pek çok hastalık yer almakta olup klinik belirti ve bulguların müphem olduğu durumlarda spesifik medikal veya cerrahi tedavi gerektiren patolojilere tanı konması zorluk oluşturabilir [1]. Yanlış tanı, tedavinin gecikmesi yanında gereksiz cerrahilere de neden olabilir. Uygun tedavinin hızlı şekilde verilebilmesi için radyolojik görüntülemenin önemi gün geçtikçe artmaktadır. Görüntüleme için sıklıkla direkt grafi, ultrasonografi (US), bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanılır.Öğe Cervical lymphadenopathy in tularemia: the role of diffusion-weighted magnetic resonance imaging in differentiating lymphadenopathies due to metastatic tumors(2020) Hizal, Mustafa; Basdemirci, Onur; Kalaycioğlu, OyaAim: To evaluate the role of diffusion-weighted magnetic resonance imaging (DW-MRI) in differentiating enlarged cervical lymph nodes due to tularemia and metastatic tumors.Methods: We evaluated 59 patients with cervical lymphadenopathy (LAP) (32 patients with tularemia, 27 patients with metastatic tumors), retrospectively. We analyzed contrast enhancement patterns of LAP in postcontrast fat sat T1WI. We evaluated T2, DWI, and ADC signals of LAP in a 5-point scale system. Moreover, the mean ADC values of solid and necrotic LAP in both groups were quantitatively measured and compared statistically. Receiver operating characteristic curves of quantitative ADC values were obtained to determine the diagnostic performance.Results: There was no difference between solid and necrotic LAP enhancement patterns in two groups. Solid LAP and peripheral parts of necrotic LAP showed diffusion restriction, whereas central parts necrotic LAP had high ADC and low DWI signal in both tularemia and metastatic groups. Signal characteristics were similar in two groups. In solid LAP, there was no significant difference between ADC values in two groups. In necrotic LAP, total, central, and peripheral quantitative ADC measurements were higher in the metastatic group than in the tularemia group.Conclusions: Conventional MRI findings were not sufficient to differentiate metastatic LAP from tularemia. DW-MRI was not helpful in solid LAP; however, ADC values ??of metastatic necrotic LAP were significantly higher than tularemia. Microagglutination tests would be useful for differentiation; however, DW-MRI might also be useful for differentiation and may expedite the diagnosis.Öğe Comparison of Diffusion MRI Findings of High-Graded Primary Brain Tumors and Metastatic Brain Tumors(Duzce Univ, Fac Medicine, 2024) Hizal, Mustafa; Imrek, Ahmet KeremAim: Glioblastomas are the highest grade and most mortal primary brain tumors. Cerebral masses that occur with the metastasis of cancers of tissues other than brain are included in the differential diagnosis of glioblastomas. This study aimed to compare the diffusion-weighted imaging signal characteristics of primary and metastatic brain masses and to describe the findings that may be useful in the differential diagnosis. Material and Methods: Patients with pathologically diagnosed glioblastoma and patients with pathologically diagnosed metastases or radiologically diagnosed brain metastases were included in the study. Diffusion-weighted imaging signal properties in magnetic resonance imaging examinations obtained with a 1.5 Tesla scanner were retrospectively analyzed. The signal features and short and long diameters of the lesions were measured and compared in both patient groups. Results: A total of 54 patients, 24 glioblastomas, and 30 brain metastases were included in the study. The most common signal feature of diffusion-weighted imaging in the glioblastoma group was heterogeneous hyper- and hypointense areas observed in 20 (83.3%) patients. The most common signal feature in the metastasis group was the peripheral hyperintense ring and central hypointense signal in 16 (53.3%) patients. There was no significant relation found between the number of lesions and the primary brain tumor and metastases. Conclusion: Although only signal characteristics are used without quantitative assessment in diffusion-weighted imaging, it may be helpful in the differential diagnosis of primary and metastatic brain masses. It is important to remember that the masses in the two groups can have comparable signal properties.Öğe LUMBOSACRAL TRANSITIONAL VERTEBRA: DOES IT ACCELERATE END PLATE DEGENERATION ?(2022) Hizal, Mustafa; Gökkuş, HalilOBJECTIVE: Lumbosacral transitional vertebra (LSTV) which is one of the most common congenital abnormalities of lumbosacral junction is usually detected incidentally. LSTV may increase the motion above transitional segment and be associated with early degeneration. Degeneration of lumbar spine may be a result of normal aging, as well as a pathological process that affects nucleus pulposus and vertebral end plates, which is called intervertebral osteochondrosis. The aim of this study is to evaluate the association between intervertebral osteochondrosis and lumbosacral transitional vertebra.MATERIAL AND METHODS: We included 492 patients into the study and divided them into two groups depending on presence of LSTV. Patients without LSTV were counted as the control group. Patients in LSTV group was also classified into two groups as sacralized and lumbarized depending on the level of transitional vertebra. We noted the presence of spondylolisthesis, osteochondrosis, Modic signal changes, low back pain and nerve root symptoms in all groups. We compared osteochondrosis prevalences at one level above from transitional vertebrae to the same levels in patients without transitional vertebrae. We compared age distribution and frequency of sypmtoms in two groups.RESULTS: We detected Modic type 2 signal changes and intervertebral osteochondrosis more common in LSTV group (42.7% vs 28.7% and 67.1% vs. 38.3%, p<0.05). Intervertebral osteochondrosis prevelance at L4-5 in sacralized patients (52.7%), and at L5-S1 in lumbarized patients (63%) was found significantly higher than other levels and the same levels in control group (21.4% and 24.6%). Patients with low back pain were more common in the LSTV group and were seen at younger age (p <0.05).CONCLUSIONS: As a result of our study, we found that LSTV is associated with intervertebral osteochondrosis and Modic type 2 changes. Patients with transitional vertebrae tend to present with lower back pain at an earlier age due to abnormal load transfer in the vertebral column.Öğe Obez Olgularda Erektör Spina Kasları ve Fizik Tedavide Kullanılan Terapötik Ajanlar Açısından Hedef Doku Derinliği(2021) Meyvaci, Seda Sertel; Akbaş, Ayşe Numanoğlu; Hizal, MustafaAmaç: Lumbal bölge patolojilerinin tedavisi için sıklıkla kullanılan terapötik ajanların hedef doku derinliği 3-5 cm arasındadır. Bu çalışmanın amacı, obez olgularda lumbal bölgede deri yüzeyi ile erektör spina kasları arasındaki adipoz doku artışına bağlı yumuşak doku kalınlığını (YDK) belirlemektir. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamıza; 18 yaş üstü, beden kitle indeksi 30 kg/m2 -40 kg/m2arasında olan 30 kadın ve 36 erkek olmak üzere toplam 66 olgu dâhil edildi. Bilgisayarlı tomografi görüntüleri üzerinden YDK; L1-L5 lumbal vertebralar seviyesinde derinin en yüzeyel kısmı ile erektör spina kaslarının lamina superficialisi arasındaki mesafe mediyal, intermediyal ve lateral bölgelerden ölçülerek yapıldı. Erektör spina kaslarının maksimum antero-posterior mesafesi (ESAP) ölçüldü. Bulgular: Çalışmamıza dâhil edilen olgulardan beden kitle indeksi 30,00-34,99 kg/m2olan 41 (%62,12) olgu 1. derece obez, 35,0-39,99 kg/m2olan 25 (%38,88) olgu ise 2. derece obez olarak sınıflandırıldı. L1-L5 arasında tüm seviyeler için sağ ve sol taraf ölçümlerinde 2. derece obez olguların YDK değer aralıkları daha genişti (p=0,001-0,010 değerleri arasında). En yüksek YDK değeri 2. derece obez olguların L5 seviyesi lateral ölçümü için bulundu. Birinci derece obez olgularla 2. derece obez olguların ESAP dağılımlarında sol L4 değerleri arasında fark bulundu (p=0,037). Birinci derece obez olguların sol L4 ESAP değeri daha yüksekti. Sonuç: Çalışmamızın sonucunda, 2. derece obez olguların büyük kısmında L4- L5 seviyesinde adipoz dokunu artmasına bağlı olarak YDK’nin artmış olduğu görüldü. Fizyoterapi modalitelerinin hedef doku olan erektör spina kasının yüzeyine ulaşabileceği, ancak tüm dokuda terapötik etkiler oluşturmakta limitli etkileri olabileceği düşünüldü. Lumbal bölgeye uygulanacak terapötik ajanların seçiminde, hastaların YDK kalınlığı gibi antropometrik özelliklerin göz önünde bulundurulması gerektiği sonucuna varıldı.