Yazar "Hasdemir, Ahmet Oğuz" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 24
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Adrenokortikal adenom kaynaklı primer hiperaldosteronizmin tedavisinde laparoskopik adrenalektomi(2009) Hasdemir, Ahmet Oğuz; Çöl, Cavit; Çakmaz, Rıdvan; Küçükpınar, TevfikPrimer hiperaldosteronizm (PHA) renal kaynaklı olmayan sekonder hipertansiyon sebebleri arasında en sık rastlanan nedendir. Hipertansif hastalar arasında PH prevalansı %0.5-2 olarak bildirilmektedir. Bu çalışmada aldosteron üreten adenomun neden olduğu PHA tanısıyla tedavi edilen iki olgunun klinik özellikleri ve geç sonuçları incelenmiştir. I. OLGU: Elli yedi yaşında erkek hasta, hipertansiyon ve hipopotasemi (3.1 mmol/L) saptanması üzerine yapılan tetkiklerinde hastanın kan değerlerinde aldosteron 650.00 pg/ml (20-240), plazma renin aktivitesi 0,20 ng/ml/sn (0.20-3.40) ve adrenal BT incelemesinde sol adrenal bez üst kesiminde 12x20 mm boyutunda adenom saptandı. II. OLGU: Elli beş yaşında kadın hasta, halsizlik, ve hipertansiyon yakınmaları nedeniyle yapılan tetkiklerinde, potasyum düzeyi normal (4.4 mmol/L), aldosteron 520 pg/ml, plazma renin aktivitesi 0,20 ng/ml/sn ve adrenal BT incelemesinde sol adrenal bezde 24x31mm adenom saptandı. Her iki hasta preoperatif dönemde spironolactone 100 mg/gün kullandı ve potasyum replasmanı yapıldı. Hastalara laparoskopik adrenalektomi yapıldı. Olguların patolojik incelemesi "adrenal kortikal adenom (Conn Sendromu)" olarak rapor edildi. PHA en sık idiopatik veya adenoma bağlı olarak gelişmektedir. Adenoma bağlı hiperaldosteronizmin en uygun tedavisi adrenalektomidir. Normokalemik hiperaldosteronizm olgularında adrenal bezde adenom varlığı adrenalektomi ile tedaviyi gerektirir. Laparoskopik adrenalektomi, hastanede kalış süresi ve iyileşme süresinin daha kısa olması, daha az postoperatif ağrı ve komplikasyon oranlarının daha düşük olması nedenleriyle minimal invaziv bir yöntem olarak açık adrenalektomiye tercih edilmelidir.Öğe Akut sağ kolon volvulusu: Olgu sunumu(2009) Hasdemir, Ahmet Oğuz; Kordon, Özgür; Çakmaz, Rıdvan; Türkeli, Vildan; Çöl, CavitAkut sağ kolon volvulusu, çoğunlukla tanısı operasyon sırasında konan ve nadir görülen bağırsak tıkanması nedenlerinden biridir. Bu yazıda, sağ kolon volvulusu’nun klinik özellikleri ve tedavi yöntemlerinin tartışılması amaçlandı. İnkarsere sol inguinal herni nedeniyle beş gün önce ameliyat edildiği merkezden karın ağrısı distansiyon ve kusma gelişmesi nedeniyle sevk edilen 81 yaşındaki erkek hasta “ileus” tanısıyla ameliyata alındı. Çekum ve sağ kolonun ileri derecede distandü olduğu, saat yönünde dönerek karnın sol tarafına yerleştiği görüldü. Hastaya genişletilmiş sağ hemikolektomi yapıldı. Sağ kolon volvuluslarına cerrahi yaklaşım tartışmalıdır. Literatüre baktığımızda, sağ hemikolektomi, konservatif yaklaşımlarda rekürrens ve mortalite riski daha yüksek olduğundan, uygun tedavi seçeneği olarak görünmektedir.Öğe Asemptomatik safra kesesi taşı olan hastalarda laparoskopik kolesistektominin gastrointestinal hayat kalitesi üzerine etkisi(2011) Çetinkünar, Süleyman; Tokgöz, Serhat; Tokaç, Mehmet; Bilgin, B. Çağlar; Bilgen, Köksal; Celep, Bahadır; Hasdemir, Ahmet OğuzAMAÇ: Bu çalışmada asemptomatik kolelitiyazis olgularının ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası hayat kalitesi değerlendirilmiştir. GEREÇ ve YÖNTEM: Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası hayat kalitelerinin ölçümü gastrointestinal hayat kalitesi indeksi parametreleri kullanılarak belirlenmiştir. BULGULAR: Çalışmaya alınan 71 hasta ameliyat öncesi ve ameliyattan en az 3 ay sonra gastrointestinal hayat kalitesi indeksine göre sorgulanmıştır. Preoperatif dönemde ortalama skor 126.8±14.07, 3 ay sonra yapılan sorgulamada ise ortalama 136.6±9.31 olup normal populasyona yakın bir oranda saptanmıştır. (toplam skor 144). Gastrointestinal semptomlarının yanı sıra fiziksel, sosyal ve duygusal durumlarında da anlamlı düzelme gözlenmiştir. Düşük skorlu hastalarda bu iyileşme daha belirgindir. SONUÇ: Asemptomatik kolelitiyazisli hastalarda başka gastrointestinal patolojilerle açıklanamayan nonspesifik semptomların laparoskopik kolesistektomiyle iyileşme gösterdiği, hastaların hayat kalitelerinde anlamlı bir artış olduğu görülmektedir.Öğe The association between thyroid malignancy and chronic lymphocytic thyroiditis: should it alter the surgical approach?(Via Medica, 2011) Büyükaşık, Oktay; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Yalçın, Erol; Celep, Bahadır; Şengül, Serkan; Alkoy, Seval; Çöl, CavitBackground: The relation between thyroid neoplasms and chronic lymphocytic thyroiditis (CLT) is controversial. While it is accepted that focal lymphocytic thyroiditis develops secondarily to malignancy, it is not clear whether diffuse lymphocytic thyroiditis has a tendency to develop into thyroid cancer. The aim of this study was to investigate the relation between CLT and malignant tumours of the thyroid and evaluate the surgical approach to CLT cases. Material and methods: In this study, 917 patients operated on for thyroid diseases were investigated retrospectively. Seventy-seven (8.4%) patients histopathologically diagnosed as having CLT (either non-specific or Hashimoto's thyroiditis) were investigated for any concurrent malignant neoplasm. Fifteen patients in whom CLT and thyroid malignancy were coexisting were included in the study. Results: In the pathological evaluation of 917 cases, malignancy in the thyroid was found in 97 (10.6%) cases. Seventy-seven cases were categorised as CLT. Of these 77, 16(20.8%) were Hashimoto's thyroiditis (specific CLT) and the other 61(79.2%) were non-specific CLT. In 15 cases, thyroid malignancy was found to be concurrent with CLT. Of the malignities, nine (60%) were papillary carcinoma, three (20%) medullar carcinoma, one (6.6%) follicular carcinoma, one (6.6%) Hurthle cell carcinoma, and one (6.6%) lymphoma. In our series, the rate of the development of malignancy against the background of CLT was 19.48%, while the rate in the groups without CLT was 9.76%, with a statistically significant difference between the groups (p = 0.008). Conclusions: CLT cases should be evaluated more carefully in terms of malignancy. If a nodule is detected on thyroiditis, the minimal surgical intervention should be lobectomy. Total thyroidectomy should be considered as preferable to subtotal thyroidectomy because of its many advantages such as controlling thyroiditis, removing the probability of reoperation, and hormonal stability. (Pol J Endocrinol 2011; 62 (4): 303-308)Öğe Billroth II rezeksiyonlu hastalarda gastrik stump kanseri(2011) Hasdemir, Ahmet Oğuz; Büyükaşık, Oktay; Kahramansoy, Nurettin; Yılmaz, Erdal; Çöl, CavitOBJECTIVES The patients who had Billroth II gastric resections according to clinicopathological features of gastric stump cancer (GSC) were evaluated. METHODS Seven cases of GSC treated between 1995 and 2005 years were reviewed retrospectively. RESULTS In the study, there were 6 men and 1 woman enrolled and mean age was 52.4±10.7 years. The time duration between Billroth-II procedure and occurrence of GSC was 20.0±9.2 (6-31) years. Five patients (71.4%) received a curative resection. Two patients underwent a palliative resection because of peritoneal seeding and lymph node conglomerates at the coeliac trunc. Two patients who were classifed stage IIIA performed curative resection were disease free for 5 years. CONCLUSION It is necessary for the patients who received partial gastrectomy to carry out the endoscopy follow-up, especially in patients with Billroth II reconstruction procedure than 10 years. Curative resection has to be the goal of surgical management in patients with resectable GSC.Öğe BIRADS 3 ve 4 meme lezyonlarına yaklaşım: Hangi olgulara biyopsi yapılmalı?(2009) Gazioğlu, Deniz; Büyükaşık, Oktay; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Kargıcı, HülagüGiriş ve amaç: Kadınlarda en sık meme kanseri görülmekte ve bu oran gün geçtikçe artmaktadır. Son yıllarda meme kanserinin erken tanısı için ilgili klinikler arası ortak bir dil oluşturulması şart olmuştur. Bu amaçla geliştirilen BIRADS sistemi ülkemizde de yaygınlaşmaktadır. Bu çalışmada amaç, BIRADS 3 ve 4 olarak sınıflanan meme lezyonlarının değerlendirilmesi konusunda klinik deneyimimizin paylaşılmasıdır. Materyal ve metod: Bu çalışmaya Ocak 2005- Haziran 2008 tarihleri arasında genel cerrahi polikliniğine başvuran, meme ultrasonografisi ve mammografi tetkikleri sonucunda BIRADS kategori 3 ve 4 meme lezyonu tanısı alan 97 kadın hasta, prospektif olarak çalışma kapsamına alındı. Bulgular: Yaş ortalaması 42.8 (18-76) idi. Hastaların ortalama takip süresi 19 ay olarak saptandı. BIRADS 3 lezyonlu 48 hastanın 1’inde (%2.1) malignite saptanırken, BIRADS 4 lezyonlu 49 olgunun 22’sinde (%44.8) malignite saptandı. Yaş artışıyla birlikte BIRADS 4 lezyonlarda da artış olduğu saptandı. Patolojik veriler ışığında BIRADS sınıflandırmasının %95.7 duyarlı ve %63.5 seçici olduğu görüldü. Tartışma ve sonuç: Literatürde çok değişken sonuçlar olmasına rağmen yaklaşık olarak BIRADS 3 lezyonlarda %2-11, BIRADS 4 lezyonlarda ise %25-67 arasında malignite oranları bildirilmiştir. Çalışmamızda benzer sonuçlar elde edilmiştir ve gruplar arası fark anlamlı bulunmuştur. BIRADS 3 lezyonlar düşük risk nedeniyle 6 aylık peryodlarla takip edilebilir. Ancak BIRADS 4 lezyonların yaklaşık yarısı malign’dir ve bu lezyonlara mutlaka uygun bir yöntemle biyopsi yapılmalıdır.Öğe The clinical characteristics of female patients with Fournier's gangrene(Springer London Ltd, 2009) Hasdemir, Ahmet Oğuz; Büyükaşık, Oktay; Çöl, CavitIntroduction and hypothesis Our aim was to review our experience with Foumier's gangrene in female patients. Methods A retrospective review of ten consecutive female patients with Fournier's gangrene was performed. Etiological and predisposing factors, causative microbiological organisms, and clinical outcome were investigated. Results Mean age of the patients was 52.7 years, and the mean duration of hospitalization was 17.6 days. The etiologic origin of the gangrene was anorectal, dermatological, and urogenital infection in 50%, 20%, and 10% of patients, respectively. All patients underwent aggressive surgical debridement and a diverting colostomy. Nine patients survived, and one patient died for an overall mortality rate of 10%. Conclusions Fournier's gangrene occurred in females with a pattern similar to that in males. We believe that a colostomy is an integral part of management for patients requiring extensive debridement, especially if the infection arises in the anorectal region.Öğe Difficult duodenum: Treatment with biliogastric diversion plus serosal patch(John Wiley & Sons Ltd, 2010) Büyükaşık, Oktay; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Çöl, Cavit[No Abstract Available]Öğe The effect of an intraperitoneal injection of melatonin on serum amylase levels in acute pancreatitis(2009) Çöl, Cavit; Dinler, Kahraman; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Buğdaycı, GülerContext: Several experimental studies have been carried out to explain the physiopathological mechanisms and to introduce endocrinological, enzymatic, biochemical and histopathological changes in organisms during acute pancreatitis. Objective: To evaluate the effect of an intraperitoneal injection of melatonin on serum amylase levels. Design: Experimental acute pancreatitis was experimentally caused through pancreatic duct ligation in 20 Winstar Albino rats. The rats were then divided into two groups: control and melatonin groups. Intervention: The serum amylase level was measured on the 7th day after acute pancreatitis had developed. In the melatonin group, an intraperitoneal injection of melatonin (20 mg/kg/day) was performed starting from the 2nd day after pancreatic duct ligation. Main outcome measure: The levels of serum amylase were measured with an auto analyzer. Results: It was found that the mean (±SD) level of serum amylase in the control group was 947±182 IU/mL while it was 358±177 IU/mL in the experimental group (P<0.001). Conclusions: The 20 mg/kg/day intraperitoneal injection of melatonin which was carried out for one week attenuated the serum amylase levels to a statistically significant degree. The researchers believe that intraperitoneal injections of melatonin decrease the severity of acute pancreatitis.Öğe Erişkin bir hastada gastrik volvulusa yol açan mobil dalak: Olgu sunumu(2012) Büyükaşık, Oktay; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Kahramansoy, Nurettin; Çöl, Cavit; Erkol, HayriGezici dalağa bağlı gastrik volvulus erişkin yaşta çok nadir görülmektedir. Literatürde şu ana kadar sadece iki olgu bildirilmiştir. 82 yaşında erkek hasta bir haftadır bulantı, kusma, gaita yapamama yakınmalarıyla acil polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenede ve bilgisayarlı tomografide sol alt kadranda düzgün konturlu solid kitle saptandı. Eksplorasyonda karın sol alt kadranını dolduran, üzerinde iki adet kitle olan, 13x13x15 cm ebadında kısmen iskemi alanları olan mobil dalak saptandı. Dalağın uzun pedikülünün mide antrum-korpus bileşkesi civarındaki bantlarla birlikte mideyi kardiyopilorik hat boyunca rotasyona uğrattığı ve gastrik pasajı engellediği saptandı. Splenektomi ve anterior gastropeksi yapıldı. Hasta postoperatif 6. günde sağlıklı bir şekilde taburcu edildi.Öğe Erişkin bir hastada omfalomezenterik kanal açıklığı: Olgu sunumu(2008) Hasdemir, Ahmet Oğuz; Büyükaşık, Oktay; Dinler, Kahraman; Yalçın, Ercan; Çöl, CavitErişkin bir hastada göbekten intestinal içerik gelmesi ile kendini gösteren omfalomezenterik kanal açıklığı tespit edildi. Medyan laparatomi ile göbek, omfalomezenterik kanal ve ilişkili olduğu ileal segment rezeke edilerek tedavisi sağlandı. Postoperatif komplikasyon olmadı. Göbekten gelen fekaloid, safralı, seropürülan ve hatta seroz akıntı varlığında altta yatan omfalomezenterik kanal ya da umbliko-intestinal fistülün varlığı araştırılmalıdır.Öğe Ferguson hemoroidektomiye karşı stapler hemoroidopeksi: Randomize klinik çalışma(2008) Büyükaşık, Oktay; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Keskin, A. İlker; Arıkan, Bilal; Bülbül, SalihAmaç: Bu çalışmada hemoroidal hastalığın cerrahi tedavisinde stapler hemoroideopeksi (SH) ile Ferguson hemorroidektomi (FH) tekniklerinin karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Üçüncü veya 4. derecede hemoroidi olan 50 hasta randomize edilerek SH (n=25) ve FH (n=25) yöntemleri ile tedavi edildi. Operasyon süresi, hastanede kalış süresi, postoperatif ağrı, erken ve geç komplikasyonlar, hem profesyonel hem de sosyal olarak normal aktivitelerine dönüş zamanı ve nüks gelişimi yönünden değerlendirildi. Hastaların izlem süresi 1 yıldır. Bulgular: Operasyon süresi, hastanede kalış süresi, postoperatif ağrı, normal aktivitelerine dönüş zamanı ve nüks gelişimi SH grubunda belirgin olarak daha azdır. FH grubunda erken dönem komplikasyonlar daha sık görülmekle birlikte, erken ve geç komplikasyonlar yönünden istatistiki olarak fark yoktur. Sonuç: Bu bulgular gelecekte yapılan klinik çalışmalar ile doğrulanabilirse SH hemoroidal hastalığın tedavisinde altın standart olabilir.Öğe Gastrointestinal stromal tümörler(2009) Büyükaşık, Oktay; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Dirican, Abuzer; Çöl, CavitAmaç: Gastrointestinal stromal tümör (GİST), gastroinestinal sistemin en sık görülen mezenşimal tümörüdür. Bu tümörlerin kökeni, diferansiyasyonu, sınıflaması ve prognozu tartışmalıdır. Bu çalışmada GİST’le ilgili klinik deneyimlerimizi aktararak, tanı ve tedavisi ile ilgili güncel literatür bilgilerinin paylaşılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: 2003-2009 tarihleri arasında cerrahi girişimde bulunulan ve patolojik tanısı GİST olan 9 olgu retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik, klinik, patolojik özellikleri ve tedavi yöntemleri değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 6’sı kadın, 3’ü erkek olup yaş ortalaması 65.7±14.2’idi. Olguların 4’ü (%44) mide, 3’ü (%33) ince barsak ve 2’si (%22) ekstraintestinal kaynaklı idi. İki hastaya preoperatif histolojik tanı kondu. Diğer hastaların tanısı postoperatif konuldu. İki olguya tümörün komplikasyonları nedeniyle acil koşullarda cerrahi girişim uygulandı. Unrezektabl bir olguya imatinib tedavisi sonrası parsiyel remisyon gelişmesi üzerine küratif cerrahi girişim uygulandı. Olgular tümörün biyolojik davranışı yönünden değerlendirildiğinde, 4 hastanın (%44) yüksek risk grubunda, 4 hastanın (%44) orta risk grubunda, bir olgunun ise (%11) düşük risk grubunda olduğu saptandı. Sonuç: GIST’in esas tedavi yöntemi cerrahi olmakla birlikte, tirozin kinaz inhibitörlerinin kullanımı ile hastalıkla iyi yaşam süresi, hastalıksız yaşam süresi ve sağ kalımda önemli başarılar elde edilmiştir. Bu tümörlerin erken tanısının sağlanması ve ileri immünhistokimyasal yöntemlerle tanısının konabilmesi, aşılması gereken engeller olarak durmaktadır.Öğe Hİ-TEX®PARP NT yama ile Proceed Yama'nın adezyon yapıcı özelliklerinin karşılaştırılması(2008) Yalçin, Ercan; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Büyükaşik, Oktay; Dinler, Kahraman; Çöl, CavitAmaç: Bu deneysel çalışmanın amacı, iki farklı prostetik materyalin ( Hi-TEX®Parp NT yama ve Proceed yama) herni onarımında adezyon yapıcı özelliklerinin karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışma 20 adet Wistar- Albino sıçan ile yapıldı. Her denekte karın ön duvarının sağında ve solunda 2x1 cm defekt oluşturuldu. Sıçanların yarısında Proceed yama sağ tarafa, HI-Tex yama sol tarafa (Grup A) ve diğer yarısında Proceed yama sol tarafa, HI-Tex yama sağ tarafa (Grup B) implante edilmek suretiyle defekt onarıldı. Postoperatif 7., 14., 21., 28. ve 35. günlerde her gruptan iki sıçan sakrifiye edilerek adezyon yaygınlığı ve şiddeti değerlendirildi.Bulgular: Çalışma sonunda; her iki grup arasında adezyon yaygınlığı ve şiddeti yönünden fark olmadığı, 7. ve 14. günlerde sakrifiye edilen sıçanlarda adezyonların yoğun olduğu, Proceed yama ile adezyon yaygınlığının (U=376, p<0.05), ve şiddetinin (U=352, p<0.05) HI-Tex yama'ya göre anlamlı olarak az olduğu ve implantlara doku reaksiyonunun HI-Tex yama'da daha fazla olduğu ama istatistiksel olarak fark olmadığı (x2=0.41, p>0.05) saptandı.Sonuç: Herni onarımında Proceed yama'nın HI-Tex yama'ya göre daha az adezyon yapıcı etkisinin olması nedeniyle daha uygun bir materyal olduğu görüşüne varıldı.Öğe Hipertiroidi nedeniyle yapılan tiroidektomi sonrası hipokalsemi(2009) Hasdemir, Ahmet Oğuz; Türkeli, Vildan; Kahramansoy, Nurettin; Kordon, Özgür; Erkol, Mehmet HayriTiroid cerrahisi sonrası postoperatif hipokalsemi yaygındır ve sıklıkla geçicidir. Bu durum hastanede kalış süresini ve biyokimyasal tetkik ihtiyacını arttırdığından tiroidektominin maliyetini de yükseltmektedir. Abant Izzet Baysal Tıp Fakültesi'nde 2003-2007 yılları arasında opere edilen 111 hastada tiroidektomi sonrası kalıcı hipoparatirodizm ve hipokalsemi insidansı retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışmada postoperatif hipokalsemili hastaların erken biyokimyasal ve klinik bulguları, uzun dönem sonuçlarla ilişkilendirildi. Hastaların 44'ünde postoperatif kalsiyum düzeyinin 8mg/dl altında olduğu gözlendi. On hastada hipokalsemi semptomatikti. Cerrahi girişimden 6 ay sonra 3 (%2.7) hastada kalıcı hipokalsemi mevcuttu. Hipertiroidisi olan hastaların geçici hipokalsemi yönünden daha yüksek risk taşıdığı saptandı (p=0031). Hipertiroidisi olan hastalardaki hipokalsemide, hipoparatiroididen daha çok 'Aç Kemik Sendromu'nun etkisi önemli olabilir. Operasyon öncesi, antitiroid tedavi osteodistrofiyi geri döndürebilir, bu geridönüş haftalar alabilir, oysa hastalarımızın çoğu daha kısa sürede hazırlandı.Öğe Minör künt travmaya bağlı diyafragma rüptürü ve herniasyon-Olgu sunumu(2008) Hasdemir, Ahmet Oğuz; Çetinkünar, Süleyman; Yalçın, Erol; Gazioğlu, Deniz; Soylu, SerraKünt travma sonrası diafragma rüptürü nadir görülür. Künt travma nedeniyle hospitalize edilen hastaların ortalama % 0.8- 1.6 sında meydana gelmektedir. Bu çalışmada minor künt travma nedeniyle görülen izole diafragma rüptürü ve ince barsak herniasyonu olan bir olgu sunulmuştur. Hastada toraks boşluğuna herniasyon nedeniyle intestinal obstruksiyon mevcuttu. Minor künt travmalardan sonra ortaya çıkan izole diafragmatik rüptüre bağlı intestinal obstruksiyon olguları oldukça nadirdir. Preoperatif dönemde izole diyafragma rüptürlerinin tanısını koymak oldukça güçtür. Künt veya penetran travma sonrası gelişen diafragma rüptürlerinde tanı koyabilmek için bu olasılık akla gelmelidir. Geç dönemde, travma öyküsünün araştırılması, bu tanının konmasını kolaylaştıracaktır. Diyafragma yaralanmalarında tanı koymada şüpheci yaklaşım, toraksın fizik muayenesi,veakciğer grafisi yararlı olacaktır.Öğe Postcoital transvaginal evisceration after hysterectomy: A case report(2012) Büyükaşık, Oktay; Koç, Önder; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Çöl, Cavit; Erkol, HayriTransvajinal evisserasyon(TVE) çoğunlukla postmenapozal ve vajinal cerrahi geçiren olgularda görülmektedir. Premenapozal olgularda ise histerektomi sonrası postkoital oluşmaktadır, iki ay önce total abdominal histerektomi geçiren 47 yaşındaki hasta koitus sonrası vajeninden barsak heniasyonu nedeni ile hastanemiz acil servisimize başvurdu ve acil operasyona alındı. Vajinal kuf transvajinal olarak sütüre edildi. Ardından laparoskopik eksplorasyon ve irrigasyon yapıldı.TVE oluşumu nedeni net değildir. Vajinal kafin kötü bir teknikle kapatılması, enfeksiyon, erken koitus, enterosel, radyoterapi ve kronik steroid kullanımı suçlanmaktadır. Tedavi yaklaşımı laparoskopik, açık, vajinal veya kombine yaklaşımlar şeklindedir. Vajinal yaklaşımla kaf sütürasyonu tedavi için yeterli olsa da abdomenin exploras-yonu ve vajinal flora kökenli peritonit oluşumunun engellenmesi için peritoneal irrigasyon ve drenaj uygulanması uygun bir yaklaşım olacaktır.Öğe Primer ektopik mediastinal guatr(2009) Hasdemir, Ahmet Oğuz; Kılıçgün, Ali; Bozgeyik, Murat; Çalışal, Alper; Çöl, Cavitİntratorasik guatrlar esas olarak sekonder tip olup, primer tipi oldukça nadir görülmektedir. Primer ektopik tiroid dokusu, tiroid bezinin embriyolojik hayatta normal anatomik yerine göçü sırasında oluşan anormallikler sonucu oluşur. Ektopik tiroid dokusuna foramen caecumdan boynun alt bölgesine kadar olan bölgede rastlanabilir. Mediastende ise oldukça nadir görülür. Bu çalışmada 15 yıl önce subtotal tiroidektomi geçiren 60 yaşındaki kadın hastada saptanan nüks mutinoduler guatr ve posterior mediastinal primer ektopik guatr olgusu sunulmuştur. Eski servikal insizyon üzerinden yapılan boyun eksplorasyonunda tiroid sağ lobu multinodüler yapıda idi ve sağ lobektomi yapıldı. Mediastendeki kitlenin boyundaki tiroid dokusuyla ilişkisi yoktu. Torakotomi yapıldığında kitlenin kanlanmasını sol innominate arterden aldığı görüldü. Kitle total olarak eksize edildi. Sonuç olarak primer intratorasik guatr, mediastinal tümörlerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır. Ektopik intratorasik guatrlar bası semptomlarının giderilmesi ve malignite riski nedeniyle cerrahi olarak tedavi edilmelidir.Öğe Rectal lumen obliteration from stapled hemorrhoidopexy: can it be prevented?(Springer-Verlag Italia Srl, 2009) Büyükaşık, O.; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Çöl, CavitStapled hemorrhoidopexy is an operation that is widely used and accepted as a standard procedure by many surgery clinics as the postoperative pain is minimal, period needed for return to work and social life is short and recurrence rate is acceptable. However, stapled hemorrhoidopexy may also result in some major complications. An important proportion of these complications (such as anastomosis dehiscence, rectovaginal fistula, anorectal stricture and rectal obstruction) occur due to the errors of purse string suture technique. In this report, we present a case of rectal obstruction following stapled hemorrhoidopexy in a 27-year-old female patient with fourth grade hemorrhoidal disease and want to draw the attention to the probable ways by which rectal obstruction can occur due to this surgical method. The complication that occurred was related to a purse string suture that also crossed an internal rectal prolapse. Paying attention to the technique of purse string placement during the procedure, placing purse string sutures 3-4 cm proximal to the dentate line with intervals of 1-1.5 cm, verifying the existence of a lumen before introducing the stapler and just including the rectal mucosa will minimize the risk of complications.Öğe Second primary cancers in patients with gastric cancer(Assoc Radiology & Oncology, 2010) Büyükaşık, Oktay; Hasdemir, Ahmet Oğuz; Gülnerman, Yusuf; Çöl, Cavit; İkiz, ÖzgürBackground. The risk of developing a second primary tumour in patients with gastric carcinoma is higher than among the general population. The aim was to investigate the clinicopathological characteristics of the second primary cancers in patients with gastric cancer in this study. Patients and methods. In the retrospective study, patients with gastric cancers were evaluated between 1995 and 2005 for primary tumours according to Warren and Gates' criteria related with the second primary cancers. Results. Nine of the 112 patients with gastric cancer had second primary cancers. Seven of the patients were males and two females. Six patients with gastric cancers had synchronous, and three had metachronous tumours. The age of the patients ranged from 53 to 78 years, and the mean age was 61 +/- 8.3 years. The most frequent site of occurrence of the second tumours was the colo-rectum (33%) followed by the upper respiratory system (22%), and the urogenital system (22%) in descending order of frequency. Conclusions. The incidence of the second primary cancer in gastric cancer patients was 8% in the current report. It is recommended that careful preoperative and postoperative examinations for other primary cancers, as well as for the extent of the primary gastric carcinoma, are carried out. Because colorectal cancer was the most common carcinoma combined with gastric carcinoma, the surveillance for this carcinoma (e.g., colonoscopy, abdominopelvic CT) would be appropriate after the diagnosis of gastric carcinoma.