Yazar "Civelek, Yusuf" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 2 / 2
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe From the perspective of manifestos: is Antonio Sant'Elia a futurist?(Yildiz Technical Univ, Fac Architecture, 2015) Civelek, YusufDoubts linger regarding Antonio Sant'Elia's authorship of the "Manifesto of Futurist Architecture," which was published in 1914 with the signature of this best-known adherent of Futurism in architecture and had certain influence over avant-garde movements in Europe before World War I. These doubts concentrate on supposed discrepancies between the architect's perspective drawings showing the city of the future and the manifesto's message, fostering the conviction that Sant'Elia should not be regarded as a Futurist. Statements later added to the manifesto proposing the use of oblique and elliptic architectural lines are used as evidence to support the incongruity of the drawings with Futurism's search for dynamism. Because Marinetti and Boccioni placed the human body, particularly the male body, at the center of their search for artistic expression based on psycho-physical effects of the material environment and refused to acknowledge the effects of the unconscious, perspective is a very important element of Futurism, as it can engage the subject in the object and vice versa. Therefore, axonometric projection, which generally serves objective approaches, is not appropriate for Futurism, as it deprives the subject of the sensation of physical engagement with dynamism. However, in Sant'Elia's perspective drawings, which are usually set at an oblique angle and seen from a low level, the foreshortening of the horizontal lines and almost constant use of erect vertical lines create a sensation of both horizontal and perpendicular dynamic movement. In these architectural creations, dynamism stems from psycho-physical effects of phenomenal movement, which imitate subjective visual perception as much as, if not more than, the "real" oblique or elliptic lines of the buildings depicted.Öğe Mescid ve Mimarî(2014) Civelek, YusufMimarın ve mimarînin var olma sebebi olan mabet, 20. yüzyıla kadar mimarlığın özü olarak kalacak “üslup”un da yaratıcısıdır. Millî, etnik ve kültürel kimliğin önemli bir tanımlayıcısı olarak 19. yüzyılda Batı’da ve Batı’nın doğrudan etkili olduğu merkezlerde karmaşık bir soruna dönüşmüş olan mimarî üslup, 20. yüzyılın ilk yarısında uluslararası bir estetiğe evrilmiş, ikinci yarısında ise ferdî üsluplar ve küresel “trend”ler içinde yok olmuştur. 1950’lerden sonra kilise mimarîsi, gelip geçici “trend”lerden uzak durmak şartıyla, sanatçı-mimarın ferdî yaklaşımının belirlediği modern mimarlığa açılmıştır. Batı’daki mimarî gelişmeleri yaklaşık 150 yıldır yakından takip eden Türkiye’de bir tek cami mimarîsi –o da ana akım mimarlık pratiğinin dışında kalması dolayısıyla– “klasik” kabul edilen bir üslubu sürdürmekte ve modernleşme baskılarına direnmektedir. 16. yüzyılın, özellikle de Mimar Sinan’ın camilerinin iyi kötü taklit edilmesi üzerine bina edilen ve aslında “neo-klasik” olarak adlandırılması gereken bu yaygın cami tipolojisi, 1950’lerden beri tarihselci (historiciste) yaklaşımların dışlandığı okullarda yetişen mimarların çoğunluğu tarafından, çağdaş yaratıcılığa kapalı oldukları için kıyasıya eleştirilmektedir. Gerçekte mimarlarla cami cemaatleri arasında, özellikle metinlerle desteklenen ortak bir zeminin olmaması, anakronik üslup tartışmasının sürmesine ve Türk şehirlerindeki mescidlerin gerçek sorunlarının gizlenmesine neden olmaktadır. Modern ve (neo) klasik cami arasında bölünmüş mescidin kavramsallaştırılmasındaki sorun her iki kutup için de aynıdır: mescid, “cami” adı verilen, “ibadet alanı” olarak ayrılmış bir parseli olan, kendi içinde başlayıp biten abidevi tekil kütlesiyle sembolik bir ifade taşıması gereken “sıradışı” bir yapıdır. Bu durumda uzlaşmazlık, apartman, işyeri ve yolların belirlediği sıradan şehir mekânı içinde, caminin sıradışılığını gösterecek biçimlerin tercihinden kaynaklanır. Hâlbuki mescidi ilgilendiren asıl sorun, onu toplumsal hayatın merkezinden uzaklaştıran ve şehir içinde mekânını “öteki”leştiren sosyal ve kültürel gelişmelerdir. Bu durumda mescidin gerçek konumunu biçimsel özellikleriyle değil, mekânının toplumla kurduğu işlevsel ilişkide görmek gerekir. Cemaatlerin sadece camiyle sınırlı kalması, mescid tasarımında yeni yaklaşımların içinde düşünülmesi gereken sorunlar arasındadır. Çağdaş mescid mimarîsinde önemli bir eksiklik, fertleri ibadetin dışında, günlük hayatın diğer kolektif birlikteliklerinde buluşturacak olan işlevlerin eksikliğidir. Modern bir cemaatin ihtiyaç duyduğu, günlük hayatın ferdî ihtiraslarını kolektif bir iyiliğe yönlendirebilecek yeni işlevsel programlara camiyle birlikte anlamlı bir mekân ve biçim vermek, bu çağda ancak ehil mimarlar tarafından yapılabilir. Kısacası, mimarlar için çok önemli bir hâle gelmiş olan ferdî yaratıcılık, tarihî, felsefi ve sosyolojik hususların hakkı iyi verilerek kullanılırsa, mescid mimarîsinin önünü açabilir. Ancak, sanatçı-mimarların ve cemaatleri oluşturan insanların mabetlere kaybolan güzellikleri ve işlevleri yeniden kazandırabilmelerinin yolu, belki de Nurettin Topçu’nun çeşitli yazılarında tarif ettiği, o çokluk içinde birliği arayan fert olmaktan geçecektir.