Yazar "Örs, Rahmi" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 12 / 12
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Comparison of urinary neutrophil gelatinase-associated lipocalin, C-reactive protein and procalcitonin in the diagnosis of late onset sepsis in preterm newborns(Taylor & Francis Ltd, 2013) Ertuğrul, Sabahattin; Annagür, Ali; Kurban, Sevil; Altunhan, Hüseyin; Örs, RahmiÖğe Doğuştan hidrosefalinin nadir bir nedeni olarak tip-1 plazminojen eksikliği(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Özbek, Orhan; Öztürk, Banu Turğut; Örs, RahmiCiddi tip 1 plazminojen eksikliği otozomal çekinik geçen ve başta göz olmak üzere müköz membranlarda kronik enflamasyona neden olan nadir bir hastalıktır. En sık görülen klinik tablosu linyöz konjonktivittir. Bu hastalarda nadiren doğuştan tıkayıcı hidrosefali de görülebilir. Biz burada doğum öncesi hidrosefali tanısı konan ve doğumdan sonra ciddi plazminojen eksikliği olduğu gösterilen yenidoğan bir bebeği sunduk. Ailenin ilk çocuğunda ve iki teyzesinde de aynı hastalığın bulunduğunu saptayıp tartıştık. Tıkayıcı hidrosefali olgularında ve özellikle linyöz konjonktivit tanısı konan veya aile öyküsünde linyöz konjonktivit olduğu bilinen bebeklerde plazminojen eksikliğinin de olabileceği akılda bulundurulmalıdır.Öğe Duktus bağımlı konjenital kalp hastalıklarında oral prostaglandin E1 tedavisinin değerlendirilmesi(2012) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Şap, Fatih; Karaaslan, Sevim; Örs, RahmiAmaç: İntravenöz prostaglandin E1 (PGE1) infüzyonu duktus bağımlı konjenital kalp hastalarında etkisi kanıtlanmış bir ilaçtır. Ancak intravenöz PGE1 oldukça pahallı, sürekli intravenöz infüzyon gerektiren ve her merkezce temini zor bir ilaçtır. Uzun süre kullanılması gerektiğinde bu sorunlar daha önemli hale gelmektedir. Bu çalışmada Oral PGE1‘in intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar duktusun açık kalmasını sağlayıp sağlamadığını göstermek amaçlanmıştır. Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesine duktus bağımlı konjenital kalp hastalığı tanısıyla yatırılıp intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 verilen 10 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların oral PGE1 ve intravenöz PGE1 başlanmadan önce ve sonra arteryal kan gazında pO2 ve ciltten bakılan sO2 değerleri kaydedildi. Bulgular: Oral PGE1 tedavisine ortalama başlama yaşı 5.5 saat (0.5–25), verilme süresi 28 saat (18–46) idi. Hastaların oral PGE1 başlandıktan 2 saat sonra alınan pO2 ve sO2 değerlerinin başlanmadan önceki değerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı gözlendi. PO2 ve SO2 düzeyindeki düzelme intravenöz PGE1 başlanıncaya kadar devam etti. İntravenöz PGE1 başlandıktan 2 saat sonra bakılan PO2 ve SO2 değerlerinin intravenöz PGE1 başlanmadan önce bakılan değerlerine göre bir miktar daha artış gösterdiği gözlendi. Sonuç: Kısa süreli kullanımda intravenöz PGE1 oral PGE1’den daha etkili olsa da oral PGE1’de duktusun açık kalmasında yeterince etkilidir. Bu nedenle intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 alternatif bir seçenek olarak kullanılabilir. Uzun süreli kullanımda ise damar yoluna ve hastanede yatışa gerek duyulmadan, kullanımı kolay ve oldukça ucuz olan oral PGE1’in intravenöz PGE1 yerine kullanılabileceğini düşünüyoruz. Ancak bunun için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Klasik galaktozemili bir yenidoğanda Candida albicans menenjiti(2012) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Konak, Murat; Ertuğrul, Sabahattin; Yüksekkaya, Hasan Ali; Örs, RahmiKlasik galaktozemi nadir görülen bir karbonhidrat metabolizma bozukluğudur. Galaktozemili hastalarda sepsis sıklığı belirgin derecede artmıştır. En sık görülen sepsis etkeni E. coli’dir. Mantar sepsisi galaktozemi hastalarında nadiren bildirilmiştir. Kandida sepsisi yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde özellikle prematürite ve düşük doğum ağırlığı gibi altta yatan bir risk faktörü olan bebeklerde önemli bir sepsis nedenidir. Galaktozemi hastalarında en sık sepsis etkeni E. coli olmasına rağmen altta yatan bir risk faktörü olmasa da kandidiyazisin de bu hastalarda bir sepsis ve menenjit etkeni olabileceği akılda tutulmalıdır. Ayrıca kandidiyaziste klinik ve laboratuar bulgular silik olabilir. Bu nedenle özellikle neonatal kandida menenjitinde erken tanı ve tedavi için şüphe indeksini yüksek tutmak gerekir. Böyle hastalarda BOS analizi, kültürü ve beyin görüntülenmesi mutlaka yapılmalıdır. Çünkü erken tanı ve tedavi hayat kurtarıcı olacaktır. Bu yazıda yatışının dördüncü gününde alınan kan kültüründe Candida albicans üreyen ve menenjit tanısı konan bir klasik galaktozemi olgusu sunuldu.Öğe Konjenital nefrotik sendrom: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi(2012) Konak, Murat; Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Ataş, Bülent; Örs, RahmiKonjenital nefrotik sendrom (KNS), doğumdan sonra kendini belli eden ciddi proteinüri, hipoalbüminemi ve ödemle karakterize nadir bir böbrek hastalığıdır. Özellikle nefrin ve podocin adlı genlerde oluşan mutasyon sonucu glomerular filtrasyon bariyerinin bozulmasıyla ortaya çıkan genetik bir bozukluktur. KNS perinatal enfeksiyonların sonucunda olabileceği gibi, genetik bir sendromunda parçası da olabilir. İmmün süpresif tedavi genetik kaynaklı KNS'de etkisizdir ancak böbrek transplantasyonu küratif tedavi sağlamaktadır. Birçok vakada hayatı tehdit eden ödemden korumak için günlük albümin infüzyonu gerekmektedir. Ek olarak yüksek kalorili diyet, tiroksin ve mineral desteği uygulanır. Tromboembolik komplikasyonların ve immünite yetersizliğinden dolayı gelişebilecek firsatçı infeksiyonların proflaksisi gerekmektedir. Yazımızda ödemi olmayan ancak sebat eden hipoalbüminemi ve proteinüri nedeniyle KNS tanısı alan bir yenidoğan olgusunu sunarak hastalığı literatür eşliğinde tartıştık.Öğe Nadir bir neonatal menenjit etkeni: Grup A streptokok(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Örs, RahmiGrup A streptokoklar neonatal menenjitin oldukça nadir etkenlerindendir. Biz literatür ışığında A grubu beta hemolitik streptokokun neden olduğu bir yenidoğan menenjit olgusunu tartıştık. Daha önce sağlıklı olan 24 günlük erkek bebek; bir gündür devam eden ateş, emmeme ve sola lokalize konvülziyonla başvurdu. Yapılan lomber ponksiyonu pürülan menenjit ile uyumluydu. Hem kan hem de beyin omurilik sıvısı kültüründe A grubu beta hemolitik streptokok üredi. Hasta Penisilin G ile tedavi edildi. Klinik seyrinde tetra ventriküler hidrosefali geliştiği gözlendi. Ancak şant takılmasına ihtiyaç duyulmadı. Takiplerinde de işitme kaybı geliştiği tespit edildi. Grup A streptokok menenjiti yenidoğan döneminde oldukça nadir görülmesine rağmen yenidoğan sepsis ve menenjit olgularında akılda bulundurulması gereken etkenlerdendir. Grup A streptokok menenjiti diğer yenidoğan menenjit etkenleri gibi ciddi nörolojik sekellere yol açabilir.Öğe Pyridoxine may protect the cerebellar granular cells against glutamate-induced toxicity(2007) Büyükokuroğlu, Mehmet Emin; Gepdiremen, Ali Akçahan; Taştekin, Ayhan; Örs, RahmiIn the present study, the possible protective effect of the pyridoxine against glutamate-induced neurotoxicity in cerebellar granular cell culture of rat pups is investigated for its therapeutic potential. Glutamate (10 -7 M) was administered to cerebellar granular cell cultures that were prepared from one-day-old Sprague-Dawley rats. The neuroprotective effect of pyridoxine was examined. Pyridoxine at the doses of 10-8, 10 -7, 10-6, and 10-5 M was introduced into the culture flasks before inclusion of glutamate. Pyridoxine at the doses of 10 -8 M and 10-7 M significantly reduced glutamate cytotoxicity. A 10-7 M dose of pyridoxine proved to be more effective than a 10-8 M dose. The present study demonstrates that pyridoxine may protect glutamate-induced neurotoxicity. Neuroprotective effect of pyridoxine, at least in part, may result from its anti-glutamatergic activity. Pyridoxine merits further investigation as a therapeutic option in hypoxic-ischemic brain injury. © Hogrefe & Huber Publishers.Öğe Shaken baby syndrome suggestive of the diagnosis of osteogenesis ımperfecta in newborn(2013) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Annagür, Bilge Burçak; Ertuğrul, Sabahattin; Örs, RahmiFiziksel çocuk istismarı, hafif yumuşak doku yaralanmasından ölüme neden olan ağır beyin hasarına kadar değişen geniş bir yel- pazede ortaya çıkabilmektedir. Çocuklarda ciddi ve ölümcül yaralanmaların başlıca nedeni fiziksel istismar sonucu oluşan kafa travmasıdır ve başlıca; dıştan gözlenen travma izleri, subdural hemoraji, retinal hemoraji klinik triadı ile ortaya çıkmaktadır. Yazımızda geç neonatal sepsis ve osteogenezis imperfekta tanısı ile merkezimize sevk edilen 20 günlük bir bebekte hırpalanmış bebek sendromu olgusunu sunduk. Yirmi günlük iken huzursuzluk, emmeme şikâyeti ile dış merkez çocuk acil servisine götürülen hasta sepsis düşünülmüş ve bu sırada çekilen grafilerinde çok sayıda kırık saptanması üzerine, osteogenezis imperfekta tanısı da düşünülerek hastanemize sevk edilmişti. Ekstremite muayenesinde her iki kol ve sol baldırda şişlik, ekimoz ve hareket kısıtlılığı mevcuttu. Ekstremite grafilerinde her iki humerus ve sol femurda cisim kırığı saptandı. Çoğunlukla aile bireyleri tarafından ver- ilen yanlış öykü veya hekimin dikkatsiz aldığı öykü ile tanısı güçleşen, ciddi mortalite ve morbiditeye neden olan fizik istismarın tanısında radyolojik incelemelerin önemi büyüktür. Ailenin verdiği öykü ile radyolojik bulgular arasındaki uyumsuzluk hekim için uyarıcı olmalı ve radyolojik veriler dikkatle incelenmelidir.Öğe Successful use of topical "Ankaferd Blood Stopper" for repetitive bleedings in an infant with infantile hemangioma(E-Century Publishing Corp, 2012) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Konak, Murat; Örs, RahmiInfantile hemangioma (IH) is the most common vascular tumor of childhood. A major feature of this tumor is rapid growth during a proliferation phase in the first year of life, followed by contraction through a slow involution phase. Several complications may emerge during this course. Bleeding at the site of the lesion and infection are the most common complications. 'Ankaferd Blood Stopper' (ABS) is a hemostatic agent produced as a mixture of five separate plant extracts. Provision of hemostasis by ABS is independent from coagulation factors and the standard coagulation cascade. Furthermore, ABS has an antimicrobial effect. In this article, we have presented a seven-year-old infant with IH on the lower lip who had been admitted with the symptoms of frequent bleedings and infection, and who was successfully treated with topical ABS in terms of control of bleeding and infection. To the best of our knowledge, this is the first reported case of IH that has been treated with ABS for bleeding.Öğe Total antioxidant and total oxidant states, and serum paraoxonase-1 in neonatal sepsis(Wiley, 2015) Annagür, Ali; Örs, Rahmi; Altunhan, Hüseyin; Kurban, Sevil; Ertuğrul, SabahattinBackgroundParaoxonase-1 (PON-1) is an enzyme with a glycoprotein structure that depends on calcium and which is located in serum high-density lipoprotein (HDL). The aim of this study was to evaluate PON-1, and oxidant/antioxidant state, before and after treatment for neonatal sepsis, and to determine the usability of PON-1 in neonatal sepsis treatment. MethodsA total of 35 neonatal sepsis patients and 35 healthy controls were included in the study. Activity of PON-1, total oxidant state (TOS) and total antioxidant state (TAS) were measured and oxidative stress index (OSI) was calculated. ResultsIn the neonatal sepsis patients, pre-treatment TAS, TOS and OSI were significantly higher than the post-treatment levels (P < 0.0001, P < 0.0001 and P < 0.0001, respectively), and PON-1 was significantly lower (P < 0.0001). Similarly, pre-treatment TAS, TOS and OSI in the sepsis group were also significantly higher than in the control group (P < 0.0001, P < 0.0001 and P < 0.0001, respectively) and PON-1 was significantly lower (P < 0.0001). Post-treatment TAS in the sepsis group was significantly higher than in the control group (P = 0.009), whereas post-treatment TOS, OSI and PON-1 in the sepsis group were not significantly different to the control group (P = 0.078, P = 0.597 and P = 0.086, respectively). ConclusionLow serum PON-1 was found in neonatal sepsis. Serum PON-1 is thought to be a useful biomarker to evaluate the effectiveness of treatment and recovery in neonatal sepsis.Öğe Total oxidant, antioxidant, and paraoxonase levels in babies born to pre-eclamptic mothers(Wiley, 2013) Altunhan, Hüseyin; Annagür, Ali; Kurban, Sevil; Ertuğrul, Sabahattin; Konak, Murat; Örs, RahmiAim The aim of this study was to investigate the oxidant-antioxidant status in babies born to pre-eclamptic mothers (BBPM). Material and Methods The paraoxonase (PON)-1, total antioxidant status (TAS), and total oxidant status (TOS) levels were measured in the cord blood and venous blood (7th day) of BBPM (n=31) and babies born to normotensive mothers (n=25). Results The PON-1 and TOS levels in the cord blood and venous blood on the 7th day were not significantly different between the two groups; however, the cord blood TAS levels were higher in BBPM (P=0.001), and the TAS levels in the venous blood were higher in the control group (P=0.021). Furthermore, the cord blood PON-1 levels of babies born to severely pre-eclamptic mothers (n=18) were higher than those of babies born to moderately pre-eclamptic mothers (n=13) (P=0.042). There were no differences in the cord blood TAS and TOS levels and venous blood PON-1, TAS, and TOS levels between babies born to severely and moderately pre-eclamptic mothers. Conclusion The increased TAS levels found in the cord blood of BBPM indicate that the fetus is protected against oxidative damage caused by increased oxidative stress in the mother. To the best of our knowledge, this is the first study in the published work investigating PON-1 levels in BBPM.Öğe Yenidoğan yoğun bakım ünitesine solunum sıkıntısı nedeniyle yatan hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi(2012) Annagür, Ali; Altunhan, Hüseyin; Arıbaş, Semra; Konak, Murat; Koç, Hasan; Örs, RahmiAmaç: Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine solunum sıkıntısı nedeniyle yatan hastaların demografik özelliklerini ve solunum sıkıntısına neden olan yenidoğan hastalıklarının sıklığını, tedavinin etkinliğini ve prognozunu belirlemektir. Gereç ve yöntemler: Bu çalışmada 01.01.2008 ile 31.12.2009 tarihleri arasında Meram Tıp Fakültesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine solunum sıkıntısı nedeni ile yatırılarak izlenen hastaların dosya kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 2008 yılında 771, 2009 yılında ise 692 hasta yatırılarak takip ve tedavi edildi. Bu hastalardan 2008 yılında 225'i, 2009 yılında 282'si solunum sıkıntısı nedeni ile başvurdu. Ortalama doğum ağırlığı 2008'de 1954±972 gr, 2009'da 2140±1009 gramdı. Ortalama gebelik haftası 2008'de 32,4±5,0 hf, 2009'da 33,4±4,9 haftaydı. 2008 yılında aldıkları tanılar %77,8 sepsis, %40,4 respiratuar distres sendromu (RDS), %20,9 pnömotoraks, %12,4 patent duktus arteriozus (PDA), %6,2 mekonyum aspirasyon sendromu (MAS), %5,3 intra ventriküler kanama (İVK), %3,6 pnömoni, %3,1 prematüre retinopatisi (ROP), %2,7 bronkopulmoner displazi (BPD), %2,2 yenidoğanın geçici taşipnesi (YDGT) idi. 2009'da ise %69,5 sepsis, %33,3 RDS, %17,0 PDA, %16,0 pnömotoraks, %10,3 pnömoni, %8,2 İVK, %6 YDGT, %5,3 BPD, %3,2 MAS, %3,2 ROP tanıları aldılar. Solunum sıkıntısı nedeni ile başvuran hastaların 2008'de %43,6'sı, 2009'da %33,7'si ölümle sonuçlandı. Sonuç: Solunum güçlüğü ile başvuran yenidoğanların ilk değerlendirilmelerinde doğum haftası, doğum şekli ve eşlik eden sorunların göz önünde bulundurulması ve gereken hastaların yoğun bakım desteğinin yapılabileceği ileri bir merkeze uygun bir biçimde naklinin yapılması ile yenidoğan ölümlerinde ve morbiditesinde azalma sağlanabileceği kanısındayız.